Allah Teâlâ'nın meşiyyeti = iradesi ve hikmetinin, hükmünün muktezâsı olan halk ve tedbiri, «sünen-i muttaride» –sebeb ve müsebbeblerin, illet ve ma'lullerin birbirine denk olması– üzere cereyan etmektedir. Sevab ve ikabında, emr ve yasaklarında, dünyada ve ahirette, hâsılı her hususta sebeble gelen şeyleri sebeblerine = ma'lulleri illetlerine rabtetmekte ve bağlamaktadır. Zât-ı Ehadiyyet'i, müsebbebâtın da, esbâbın da Hâlık'ı ve vâdı'ı = tayin edicisidir. Kul bu sebeb ve illetlere tevessül edince, akabinde Allah Teâlâ da, sebeble meydana gelenleri ve ma'lulleri varlık sahasına getirmektedir. Binaenaleyh bir şeye «Allah'tandır» demek, halken ve takdîren O'na mensub, demektir. “Bizdendir” demek ise, kesb ve ihtiyar olarak bize mensubdur, demektir. Daha doğrusu yapmış olduğumuz şeylerin fiili, hakîkî fâili olan Zât-ı Akdes'e, vasfı ise mahluka nisbet ve izâfe edilir. İş böyle olunca, olagelen işler, hisler, hal ve hareketlerden ibaret makdûrâtın iki kudret altına girmesi aslâ gözden kaçırılmaz bir husustur. Aynı zamanda bu anlattıklarımız
ذَالِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ “İşte bu acıklı azab, kendi elinle yapıp önünden göndermen sebebiyledir.”[[1]]
وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ سَبَبًا فَاَتْبَعَ سَبَبًا “Biz İskender'e kuvve-i mümküneden kuvve-i meysereye varıncaya kadar her şeyden birer sebeb verdik. Nihayet o da sebeblere sarılmasının, tevessül etmenin peşine düştü.”[[2]] mealindeki ayet-i kerîmeler âdil bir şahid olarak kuvvetli göstergedir.[27/s.175-176]