بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Yaradılış -3

         Burada yine kainatın hudûsuna = yoktan var olmasına dönelim.

Allah Teâlâ yeri, gökleri yaratmayı murad ettiği zaman, kendisinden cisimler meydana gelebilecek maddeleri, tartılmaya, taşınmaya, uzanmaya, taksim olmaya, şekil kabul etmeye, bitişmeye, ayrılmaya, gözlerle görülmeye, el ile tutulmaya ve daha bir çok özelliklere elverişli îcad etti, yani maddeleri yoktan var etti. Bu maddelere aslî unsurlar da denilir, zerreler de denilir.
Madde, fezadaki bir yeri meşğul etmeye muh­tacdır. Maddenin var oluşu başkadır, yer alması da başkadır. Onun ihtiyacı kendisinin yoktan var oldu­ğuna birinci delildir. İkinci olarak sûret almaya muh­tacdır. Üçüncü olarak da bitişmeye, ayrılmaya muh­tacdır.
Allah Teâlâ'nın kendisine şekil ve sûret verdiği maddeler, bu sayeden, birleşmeye, ayrılmaya doğru hareketi de kazandılar. Ve hareketi, yoktan olması­na da, tekrar yok olacağına da delildir. Çünkü ba­zıları sür'atle, diğer bazıları tedrîcen yok olurlar. Bugün bilgisayar zamanında ilim erbabları bunu dahi keşfetmektedirler. Amma iman, başka bir şey­dir, Allah Teâlâ'nın inâyetine bağlıdır.
Binnetice madde denilen şey, zerrelerden meydana gelir. Zerre de; yine kimya ve fizik ilimlerinin mütehassıs bilginlerinin beyanlarına göre özeti şu­dur:
Madde yahud zerre, akımı yani elektiriği olma­yan = itiş – çekişsiz bir veyahud birkaç nötronlardan yani itiş – çekişsiz bir cüzden –ki bu cüz, idarecidir–; ikinci olarak, akımı çekici protonlardan; üçüncü cüz olarak da, iteleyici elektronlardan terkiblenmektedir. Yani zerre yahud madde üç cüzden müteşekkildir.
Hidrojende olduğu gibi elektronlar daima proton­ların adedine muvafıktır. Bir tek proton varsa, çekir­değin etrafında dolaşan elektron da bir tane olur; iki proton varsa, iki tane elektron bulunur. فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا “Allah Teâlâ yaratmış olduğu muayyen mikdarlardaki mahlukunu = zerreyi, kürreyi, belli parçalara, belli özelliklere tahsis etmekle hüküm etti.”[[1]] buyrulan ayetin hükmünce “zerreyi, belli parçalara, belli özelliklere tahsis etmesi”nden murad, eski ulemâmızın cevher diye tarif ettikleri, yer almaya muhtac olma­sına rağmen kendi kendini idare eden maddeler = zerrelerin, elektron, proton, nötron olmak üzere par­çalarıdır.
Bu zerreler yahud bu cevherlerin dengesini sağ­layanlar elektron, proton, nötron asıl cüzlerdir. Özellikleri diye ifade ettiğimiz yani kendisi kendi varlığını sağlamayan, bilakis ancak cevherlere = zerrelere bitişmekle varlığı gerçekleşen, arazlardır; şekil, cüz­lerin arasındaki boşluk, hareket ve sükûn gibi. İş böyle olunca cevherler, bizzat kendileri düşünüle­bilir, konu olabilir, fakat araz müstakil olarak düşü­nülmez, bilakis cevherlere teb'an düşünülebilir yahud da konu olabilir; yakut taşın rengi gibi. Yani renk ve şekil, arazlardır. Bu ğarib ve acîb, hayret verici üç cüzden mürekkeb zerre, kendisine tahsis edilen ara­zıyla, vasfıyla birlikte şaşmaz, belli, muayyen bir nizam üzere Allah'ın emr-u fermânıyla devam eder; o yarattığı proton ve elektronların adedi birbirini takib eder. Lâkin bununla beraber nötronların adedi aslâ proton ve elektronun adedini takib etmez. Küçük miskal halinde tartılması mümkün olanında hal bu iken, ne bakarsın, ağır tartıda yani uranyumda ise çekirdeğin etrafında takrîben iki yüz otuz sekiz protona mukabil, iki yüz otuz sekiz elektron bulunur. Aynı zamanda unsurların ihtilafı, proton ve elektronun adedlerinin muhtelif olmasından meydana gelir. Bazen de çekirdeklerin muvafakatından muhtelif zerreler elektron halini alırlar.
وَمَا يَعْذُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِى الاَرْضِ وَلاَ فِى السَّمَاءِ وَلاَ اَصْغَرَ مِنْ ذَالِكَ وَلاَ اَكْبَرَ اِلاَّ فِى كِتَاب مُبِينٍ 
“Her halukârda ne yerde, ne gökte zerreler ağırlığınca hiçbir şey Rabb'inden gizlenmez. Bu zerreden daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık kitabda = Levh-i Mahfuz'da da bulunmamış olsun.”[[2]]
mealindeki ayet-i kerîmede اَصْغَرَ مِنْ ذَالِك “Bu zerreden daha küçüğü”nden mura­dın, zerrenin küçük parçası olması, nötron gibi;
اَكْبَرَ “daha büyüğü”nden muradın, zerrenin en büyük parçası olması, elektron, proton gibi cüzler de muhtemeldir. Her halukârda bugün ilmin keşfetmiş oldu­ğu, insana varıncaya kadar canlıların yaşamasına en büyük yardımcı hidrojenin de, miskâl-i zerresi, bir elektrondan ve bir protondan oluşmaktadır. Yer, ay ve sair gezegenler fezada yüzdüğü, aralarında belli bir mesafe olduğu gibi, konu olan madde yahud zerrenin Hâlık'ı, zerreyi de öyle yaratmıştır, araların­da zerrenin cüzlerine göre boşlukları, mesafeleri tayin etmiştir; suda yosunlaşma ile başlayan canlılık, insana varıncaya kadar en mükemmel sûretine, te­şekkülâtına ulaşmıştır. Ve insanı, ahsen-i takvim'de üstün ve seçkin, akıl ve iradeli olarak yaratmıştır; yarattığı her bir cevhere, insanın dimağına, akciğe­rine, karaciğerine, böbreklerine, kalbine varın­caya kadar, birçok vasıfları, özellikleri tahsis etmiştir. Ve bu itibarla Kur'ân-ı Hakîm'de Cenâb-ı Hakk Teâlâ in­sanları Tevhîde davet ederek:
اَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا اَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ المَاءِ كُلَّ شَىْءٍ حَىٍّ اَفَلاَ يُؤْمِنُونَ 
“İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim onları birbirinden yarıp ayırdığı­mızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp dü­şünmediler mi? Yine de inanmayacaklar mı?”[[3]] diye buyurmaktadır.
Güneş pencereden yünden yapılmış sergiye ışık saçtığı zaman, görülen ufak ufak cüz­lere benzeterek Kur'ân-ı Hakîm'de Allah Teâlâ, kai­natın ondan oluştuğu şeye zerre ismini vererek, zer­reyi dahi Kendisi yoktan var ettiğini, yukarıda yap­tığımız izahtan daha geniş bir manayla beyan bu­yurmuştur.
Bunu inkar ederek Yunan hukemâsı kainatın aslına «heyulâ» ismini taktılar, ezelî ve kadim ol­duğuna hükmettiler. Bugünkü deyimle zerre maddenin kadim olduğunu, yani ezelde var olduğunu zannettiler. Ve bugünkü ilim, onların bu zannının çok çürük olmasını izah etmektedir. Bu mukaddimeyi bil­dikten sonra bilelim ki Şeyh İbrahim Hakkı rahimehullah:
جِهَــــانْ جُـمْــلَه انْوَاعِـيـلَه وَ اَجْـزَاءُ صِـفَــــاتِيلَه
 
هَمْ اَفْعَالِ عِبَادِكْ خَيْـرُ و شَرِّى جُمْلَ خَلْـقُ اللّٰهْ
«Cihan cümle–nvâîle ve eczâu sıfâtıyla
 Hem ef'âli ibâdın hayr-u şerri cümle Halkullah» diye reddini burada «Heyûlâ yoktur» deyişiyle teyid etti ve Yunan hukemâsının sözünü reddetmek istedi.
İşte işin hakîkati, Allah Teâlâ zerreyi, maddeyi de yarattı, şekil ve sûreti bağışladı. Bu bağışa tabiî cismin = mutlak cismin uzunluğu, genişliği, derinliği itibariyle de «kem» denilir. Demek «kem», cisimle varlığı düşünülen arazdır; cisim, en az iki cevherden oluşmaktadır. Yani üç cüz'ü itibariyle iki madde = zerre, bir cisimdir. Allah Teâlâ bir hücreyi, mesela yüzlerce protein ve oksijen ile birleşen «hamud» = tuzlu acı madenden halkalardan mürekkeb kimyevi unsuru yarattı. Eski zamanda buna anâsır-ı erbaa denilirdi.
Bitişmek, ayrılma vasfından ârî yaratmış olduğu dört unsuru, hâsılı elementleri, asıl cüzlerine teb'an bitişmeye ayrılmaya elverişli olarak terkibledi, sûret verdi, biçim verdi. Cevhere ve cevherden meydana gelen cisimlere, cins ve nevi'le birlikte cins ve nevi'den meydana gelen ferdlere, hararet yani sıcaklık, burudet yani soğukluk, rutubet, kurumak olmak üze­re dört özelliği = arazı = vasfı tahsis etti. Elementlerden ve kimyanın bugünkü tesbit ettiği asıl cüzlerden çoğalmaya, semere vermeye birer fabrika halinde nebat ve ağaçların maddelerini yarattı, zerre ve madde halinden cisim haline, şekil haline, çoğal­ma, semere verme haline varıncaya kadar birleştir­di, his ve tabiî hareket üzere hayvan âlemini yarattı.
 
Elbette insan, madde itibariyle, yer, gök, toprak, su, hava, ateş ve daha birçok elementlerde = unsurlarda cisimlerle ortaktır; tabiî his ve hareketiyle hayvanla ortaktır. Ve bütün bunlar, nefs ciheti yahud da insanda hayvânî ruh cihetidir. Bu iki cihetle sair kainatla cins, nevi', sûret ve her özelliğiyle ortaktır.
 
 Ancak Allah Teâlâ insanı bu ortak olan asıllarla birlikte seçkin, iradeli ve akıl sahibi olarak yarattı. Yani oluşan hayvânî bedene = nefse = hayvânî ruha, ruh gönderdi, birleştirdi. Ruhun da ayrıca özel­liği, düşünmek, düşündüğünü dile getirmek, işin âki­betini bilmekten ibaret idrak ve nutuk = konuşmaktır. Buraya kadar anlatmış olduğumuz meselede birçok hukemâ, ehli kitab hepsi müttefiktirler. Dediler ki: “Allah Teâlâ Âdem'i ve Âdem'in neslini müstakil olarak yaratmıştır.
 

[[1]]Furkan Sûresi ayet 2

[[2]]Yûnus Sûresi ayet 61

[[3]]El-Enbiya Sûresi ayet 30.. Tabiat ilimlerindeki gelişmeler, bu ayetin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Ancak Kur'ân-ı Hakîm hiçbir görüşe bağlı ve tâbi' değildir. İlmî hakîkatler isabetli olduğu nisbette Kur'ân-ı Hakîm'e tefsir olur. Nitekim bazı ilim adamlarına göre uzaydaki cisimler, vaktiyle bir gaz kütlesi halinde idi. Zamanla bu gaz kütlesinden kürreler halinde parçalar kopmuş ve uzay boşluğuna fırlamıştır. Aynı şekilde, dünyamız da bir gaz kütlesi olan güneşten kopmuş ve zaman içinde so­ğuyarak kabuk bağlamıştır. Bu arada dünyamızdan yükselen gazlar ve buharlar, yoğunlaşarak yağmur şeklinde tekrar dünya­ya dökülmüş ve böylece denizler ve okyanuslar meydana gel­miş; suda yosunlaşma ile başlayan canlılık, insana varıncaya kadar en mükemmele ulaşmıştır. Ve bu bir mu'cizedir. Zira biz­ler, ilmin bunca inkişâfından önce de ayet-i kerîmenin bu hakî­katine inanıyoruz. Ve ayet-i kerîmeleri, dediğimiz gibi, bilim adamlarının kafasına uydurmaya kalkışmayız.