NASİHAT VE TEBLİĞİN İZAHI
Hayat-ı tayyibeyi kazandıracak nasihat; birçok hayrları kuşatan bir kelimedir. Manası, nasihat edilen kimseye hayrlı nasib toplamaktır. İster bu nasib dünyaya ve ister ahirete ait bulunsun. Onun veciz isimlerden ve kısa sözlerden olduğu söylenir. Arab dilinde bundan ve bir de felah kelimesinden daha ziyade dünya ve ahiret hayrını bir araya toplayan kelime yoktur. Bir toplumda nasihat varsa tayyibe hayat ve mutluluk vardır, yoksa hayat da yoktur.
(Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) “Din nasihattir.”(buyurdular)
Kime denildiğinde: “Allah’a, Kitabına, Rasulüne, müslümanların imamlarına ve bilumum müslümanlara”(cevabını verdiler.)
Ulemanın beyanına göre, Allah’a nasihatten murad; O’na iman etmek, şeriki olmadığına kail olmak, sıfatlarında küfre sapmamak, O’na itaat etmek, asi olmaktan kaçınmak, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, O’na itaat edenlere muzaheret, isyan edenlere husumet, küfredenlerle cihad etmek, nimetlerini itiraf ile şükürde bulunmak, her işinde ihlas ve samimiyet göstermek, bütün bu sayılan vasıflara davet ve teşvik eylemek, bu hususta bütün insanlara yahud mümkün olanlara lütuf göstermektir.
Hattabi rahimehullah: Bu izafetin hakikati, kendi nefsine nasihat olması itibariyle kula racidir, çünkü Allah herhangi bir kimsenin nasihatinden müstağnidir, demiştir.
Allah’ın Kitabına nasihat; O’nun Allah kelamı olduğuna, O’nu Allah’ın indirdiğine, kul sözlerinin hiç birinin O’na benzemediğine, kullardan hiçbirinin O’nun benzerini getiremeyeceğine iman etmek , sonra O’na tazimde bulunmak, O’nu tecvid ve adabına riayet, harflerine dikkat ederek huşu ile okumak, düşmanların tahrifine ve O’na dil uzatanlara kaşı müdafaada bulunmak, Kur’an-ı Kerim’de beyan buyurulan herşeye inanarak tasdik etmek, ahkamına vakıf olmak , umum ve husus meselelerini anlamaya çalışmak, nasihatlerinden ibret almak, acaib ve garaibi hususunda tefekküre dalmak, mahkem ayetleriyle amel, müteşabih olanlarını tasdik etmek, umumunu, hususunu, nasih ve mensuhunu araştırmak, Kur’an ilimlerini neşir ve o ilimleri, o nasihatleri öğrenmeye davetle olur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e nasihat:O’nun Peygamberliğini tasdik ile getirdiği şeylerin hepsine iman etmek, emir ve nehiylerinde O’na itaat etmek, hayat ve mematında O’na muzaherette bulunmak, O’na yardım edenlere muzaheret, düşmanlarına husumet göstermek, O’na tazimde bulunmak, sünnetini ihya, davet ile Şeriatini neşretmek, Şeriatin haram gösterdiği şeylere değer vermemekle O’nun ilimlerini öğrenmek, manalarını anlamak ve bunları öğrenmeye başkalarını davet etmek, okur ve öğretirken ilme hürmetkar davranmak, terbiye ve nezaket dairesinde okumak, bilmediği bir ilim hakkında söz söylememek, ulemaya hürmet ve tazimde bulunmak, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlak ve adabıyla ahlaklanmak, O’nun Ehli Beytini ve Ashabını sevmek, sünnetinde bid’atçılık eden veya Ashab-ı Kiram'dan birine dil uzatanların semtinden kaçmak gibi şeylerdir.
Müslümanların imamlarına nasihat; Onların hükümdar ve kumandanlarına özel ifadeyle ulu-l-emre itaat, hak uğrunda onların yardımlarında, haktan ayrılmaları takdirinde de uyarıda , unuttukları şeyleri veya henüz duymadıkları müslüman haklarını taleb etmede lütfu nezaketle ihtarda bulunmak, onlara itaat isyan etmemek ve halkın onlara itaat hususunda gönül birliğine varmasıdır. Aynı zamanda bu davranış tebliğin şartlarıdır.
Hattabi ulu-l-emrin arkasında namaz kılmayı, onunla birlikte cihada gitmeyi, ona zekat vermeyi, zulmünden korkulduğu zaman silahla ona isyan etmemeyi, yalancı medh u senalarla onu aldatmamayı ve ona hayr duada bulunmayı da nasihatten saymış ve bütün bunların, müslüman imamlarından ulu-l-emir devlet adamları kasdedildiğine göre olduğunu kaydettikten sonra, bazan “müslümanların imamları” tabirinden din alimlerinin kasdedildiğini de söylemiştir. Onlara nasihat, rivayet ettiklerini kabul etmek , ahkam hususunda onlara tabi olmak ve kendilerine hüsnüzanda bulunmaktır.
Amme-i müsliminden murad, müslüman ahalidir. Bunlara nasihat; din ve dünyalarına faydalı olan şeyleri kendilerine göstermek, onlara öğretmek, kusurlarını görmezden gelmek, onlara eza etmemek, yardımlarına koşmak, zararlarını gidermek, iyiliği emir, kötülüğü nehyetmek, büyüklerine hürmet, küçüklerine şefkatte bulunmak, aldatmamak, hased etmemek, kendisi için dilediğini onlar için de dilemek, kötü gördüğünü onlar için de kötü görmek, onların mallarını, canlarını, ırzlarını müdafaa etmek, kendilerini bu sayılan şeylerle ahlaklanmaya teşvik etmek ve taatları hoşlukla onlara sevdirmek gibi şeylerdir.
İbni Battal diyor ki:
Bu hadis nasihate Din ve İslam denilebileceğine, söze olduğu gibi fiile de Din denilebileceğine delildir.
Nasihat farz-ı kifayedir. Bazılarının yapmasıyla diğerlerinden sakıt olur. Nasihati eden zat, nasihatinin kabul edileceğini ve kendisine bir fenalık yapılmayacağını bilirse, nasihat etmesi vacib olur. Kendisi için kötülük edileceğinden korkarsa,ona nasihati terk için ruhsat vardır.
"Sizden nasihat taleb edildiği zaman nasihat edin."
Görülüyor ki nasihat, hakikaten pek çok manaları kendinde toplayan bir kelimedir. Lisanımızda daha ziyade öğüt vermek manasında kullanılan bu kelime, burada yalnız o mana ile kalmıyor. Bilhassa bu hadiste bütün manalarına amm ve şamil olarak kullanılmıştır.
"Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin.Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zayıfı da budur." buyrulmuştur.
Emri bi-l-maruf'un vücubu mütezile taifesinin dedikleri gibi akli değil,aksine şer'idir.Vakıa Kur'an-ı Kerim'de,
“Siz kendinizi kollayın. Siz hidayete erdikten sonra başkasının sapması size zarar etmez.”buyrulmuştur.
Ama bunun manası, siz başkalarına emri bi-l-maruf’la uğraşmayın demek değil, bilakis, muhakkikin-i ulemanın beyanına göre,
“Size nefsiniz gerek. O halde siz aldığınız talimata göre emri bi-l-maruf, nehyi an-il-münkeri yaptınız mı artık başkalarının taksiri size zarar etmez.” Demektir.
Çünkü kula yüklenen vazife yalnız iyiliği emir, kötülükten nehiydir. Bunları kabul ettirmek onun vazifesi değildir.eserde varid olduğuna göre; Hazreti Ebu Bekr bu ayeti minberde okumuş ve: Siz bunu doğru tevil etmiyorsunuz. Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim:
“Bir kavim zalimi görürler de menetmezlerse Allah’ın onlara kendi tarafından bir azab göndermesi yakıncacıktır.” Buyuruyordu, demiştir.
Emri bi-l-maruf, nehyi an-il-münker farz-ı kifayedir. Binaenaleyh her farz-ı kifaye gibi o da bazı kimselerin ifasıyla diğer müslümanlardan sakıt olur. Lakin hiç ifa eden bulunmazsa, özürsüz bütün mükellefler günahkar olur. Emri bi-l-maruf’un, faz-ı ayn olduğu yerler de vardır. Mesela; bir yerde, bu vazifeyi bir kişiden başka bilen bulunmazsa, o bir kişiye emri bi-l-maruf’u ifa etmek farz-ı ayn olduğu gibi bir babanın evlatları ile karısına iyiliği emir, kötülüklerden kendilerini nehyetmesi de farz-ı ayndır.
Ulema-i kiram; emri bi-l-maruf, nehyi an-il-münker vazifesinin mükelleflerden sakıt olmayacağını beyan etmişlerdir. Çünkü mükellefin vazifesi, ettiği emir veya nehyin muhatabına tesir edip etmediğini düşünmek değil, sadece o emir veya nehyi etmektir. Ihtarın mü’minlere fayda vereceği ise ayetle sabittir. Yine ulemanın temsillerine göre emri bi-l-maruf’a misal, avret yerinin bir kısmı açılan kimseye örtünmesini tenbih etmektir.
Emri bi-l-maruf vazifesini yapan kimsenin, emrettiği şeye kendisinin de imtisal etmesi, nehyettiğinden kaçınması, sözünün tesirli olması için pek mühim ve lazım ise de şart değildir. Eğer emir ve nehyettiği şeyler kendinde de varsa bu sefer vazifesi çift olur. En evvela kendine emir veya nehiyde bulunması, sonra aynı şeyi başkasına yapması icabeder.
Mütezileye göre, kötülükten nehiy işini ancak kendisi kötülük etmeyen ifa edebilir. Delilleri, “Kendi nefslerinizi unutup da insanlara iyiliği mi emrediyorsunuz” ayeti kerimesidir. Mütezileden bazıları: Bir kimse, kendinin işlemediği kötülükten başkalarını nehyedebilir, demişlerdir.
Emri bi-l-maruf, nehyi an-il-münker vazifesi yalnız devletin bu iş için tayin ettiği memurlara mahsus değildir;onu müslümanların efradı da yapabilirler. Imam-ül-harameyn: Buna delil icma-i müslimin’dir, diyor. Filhakika gerek Asr-ı Saadette gerekse diğer asırlarda bu işin memuru olmayanlar, memurlara da iyiliği emir, kötülüklerden onları nehyederlerdi. Sair müslümanlar onların bu yaptıklarını takrir ve kabul eyler, başkalarının işine karışıyorlar diye kendilerini ayıplamazlardı. Sonra,bu vazifeyi ancak bilenler yapar. Şayet yapılacak emir, namaz, oruç ve saire gibi herkesin bildiği vaciblerden, nehiy de, zina ve içki gibi meşhur menhiyattan olursa, bunları emir ve nehiyde bütün müslümanlar müşterektir.
Fakat nadir tesadüf edilen fiil, kavil ve ictihada dair ise,avam takımının gerek isbat gerekse mefi suretiyle bu işe karışmaya hakları yoktur. Bu defa mesele yalnız ulemaya mahsus kalır. Ulema dahi ittifaki meselelere dair emir ve nehiyde bulunurlar, ihtilafi meseleler hakkında bir şey diyemezler. Çünkü iki mezhebin birine göre, her müctehid hakka isabet eder; diğerine göre, hakka isabet eden yalnız bir kişidir, ama hangi müctehidin hata ettiğini bilmek kullara müyesser değildir. Hata edene günah dahi yoktur.
Nitekim Buhari’nin de rivayet ettiği sahih bir hadis-i şerifte,
“Bir hakim ictihad eder de (fikren) isabet ederse ona iki sevab vardır. Ve hüküm ederken ictihad ettiği zaman(hüküm ettiği meselede güç harcadığı halde fikride) hata ederse, onun bir sevabı vardır.”buyurulmuştur.
Bu hadisi-i şerif gösteriyor ki, mezheb imamı ictihadında hatalı olsa dahi kendisine bir sevab vardır. Binaenaleyh ona taklid eden kimsenin, taklid ettiği hüküm hatalı olsa dahi asla günahı yoktur. Bu, ümmet için en büyük müjdedir.
Şu kadar var ki, müctehidlerin hilafından çıkmak için nasihat yolu ile emri bi-l-maruf’ta bulunmak güzel ve makbul bir iştir.. Zira bir sünneti ihlal etmemek veya başka bir hilafa sebeb olmamak şartıyla ulema-i kiram müctehidlerin hilafından çıkmaya bilittifak kaildirler. Mesela, dört mezhebin imamlarına göre ittifakla caiz olunca bir abdest;evvela niyet edilerek, her azayı ayetteki tertib üzere yıkamak, yıkarken hafifce oğuşturmak, bir uzuvden ötekine geçerken fazla vakit kaybetmemek yani azayı birbiri arkasından acele yıkamak, başın bütününe meshetmekle alınır. Işte bu itibarla İmam Gazali: Müride mezheb yoktur, demiştir.
İmam Nevevi emri bi-l-maruf, nehyi an-il-münker’in çok zamandan beri zayi olduğundan, kendi zamanında bundan pek az, bir takım izler kaldığından bahsettikten sonra, sözüne şöyle devam ediyor: Emri bi-l-maruf çok büyük bir iştir. Bu Dinin nizam ve kıvamı ancak onunla kaimdir. Fenalıklar çoğalınca azab iyiye ve kötüye umumi olarak gelir. Zalime mani olmazlarsa, Allah Teala’nın azabı onlara umumileştirmesi pek yakındır.
“Allah’ın emrine muhalefet edenler ya başlarına bir bela gelmesinden yahud acıklı bir azaba duçar olmalarından korunuversinler.”
Şu halde dünyada hayat-ı tayyibe’ye ulaşmayı ve ahiretinin mamur olmasını dileyen ve Allah’ın rızasını korku ile tahsil etmeye çalışan bir kimseye gereken vazife, bu işe ehemmiyet vermektir. Çünkü faydası çok büyüktür. Bahusus, çoğunun elden gittiği bir zamanda... Kendisine itirazda bulunan kimsenin rütbesi yüksek diye ondan korkmamalıdır. Zira Allah Teala Hazretleri:
“Allah kendi dinine yardım edene elbette yardım edecektir.”
“ Her kim Allah (‘ın emirlerin)’a sarılırsa muhakkak doğru yola hidayet olunur.”
“Bizim için mücahade edenler yok mu, onları mutlaka (doğru) yollarımıza hidayet edeceğiz.”
“Yoksa insanlar hiç imtihan olunmadan iman ettik demekle bırakılacaklarını mı sandılar.. Yemin olsun ki Biz onlardan öncekileri imtihan ettik. Doğru söyleyenleri Allah elbette bilecek, yalancıları da elbette bilecektir.”buyurmuştur.
Bilmeli ki, ecir külfete göredir. Emri bi-l-maruf’u; bir kimseye olan sadakatı, sevgisi, dalkavukluğu, bir kimseden itibar beklediği veya onun yanında itibarının devam etmesini istediği için elden bırakmamalıdır. Çünkü sadakat ve sevgisiyle o kimseye bir hürmet ve hak icabeder ki, haklarından biri de ona nasihat etmek, ahireti icin yararlı işleri göstermek ve zararlılardan korumaktır. Insanın dostu ve ahbabı, ahiretini mamur etmeye çalışın kimsedir. Velev ki bu hal onun dünyası hakkında bir noksanlığa sebeb olsan. Düşmanı ise ahiretinin zayi olmasına veya noksanlığına çalışandır. Isterse bu sebeble ona dünyası için bir nevi menfeat hasıl olsun. Iblisin bize düşmanlığı böyledir. Peygamberler (salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain) mü’minlerin dostlarıdır. Çünkü onların ahiretlerine yararlı şeyleri ve o şeyler için kendilerine yol göstermeye çalışırlar. Kerim olan Allah’tan, bizi, dostlarımızı ve sair müslümanları rızasına muvaffak kılmasını dileriz. Bizlere Cud-u Dahmeti’ni teşmil buyursun.
Emri bi-l-maruf’u yapan kimsenin nezaket, yumuşaklık, şefkat ve uygun bir surette muamelede bulunması icabeder. Zira maksada bu daha elverişlidir.
Imam Şafii:Bir kimse din kardeşine gizlice vazederse, ona gerçekten nasihat etmiş ve onu ziynetlemiş olur. Aşikare vazeden kimse ise, onu muhakkak surette rezil etmiş ve batırmıştır,demiştir.
Nevevi, ekseriyetle insanların emri bi-l-maruf’a karşı göz yumdukları şeylere misal olarak;kusurlu bir malı satılırken görüp de itirazda bulunmamalarını, o malın kusurunu müşteriye söylememlerin gösteriyor, bunun açık bir hata olduğunu söylüyor ve: Halbuki bilenin satıcıya itiraz ve inkarda bulunmasının, müşteriye de malın kusurlu olduğunu bildirmesinin vacib olduğunu ulema açık delilleriyle beyan etmişlerdir, diyor.
Münkerden nehyin nasıl yapılacağını Rasul-u Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste güzelce beyan etmiştir. Mezkur beyandan anlasıldığına göre, bir kötülük gören kimse imkan bulursa onu eliyle menedecektir. Buna gücü yetmiyorsa diliyle, bu da mümkün değilse kalbiyle mani olacaktır. Kalble mani olmanın manası o şeyi kerih görmek, ondan tiksinmektir. Hakikatte bu bir kötülüğe mani olmak değilse de başkası elinden gelmediği için ister istemez onunla iktifa eder. Allahua’alem, bundan dolayı onun hakkında: “İekınn en zayıfıdır” buyrulmustur. Yani kötülüğü değiştirme hususunda semeresi en az olan budur. Yoksa imanın en zayıfının yoldan eziyet veren şeylerin atılması olduğu malumdur. Mamafih buradaki zayıflığı mutlak bırakarark iki hadisin arasını bulmak da mümkündür. Bu takdirde eziyet veren şeyin atılmasıyla kötülülüğü kalben değiştirmek birbirine müsavidir. Bundan daha zayıf mertebe yoktur. Hatta kalben değiştirme daha da zayıftır.
Babımızın hadisi hakkında Kadi İyaz şunları söylemiştir: Bu hadis münkerin nasıl değiştirileceğini beyan hususunda esastır. Münkeri değiştiren kimseye düşen vazife, sözle olsun, fiilen olsun onu gideren herşeyle degiştirmektir. Mesela, batıl bir şeyin aletlerini kıracak içkiyi ya bizzat dökecek yahud birine döktürecek, gasbedilen malları ya bizzat gasıbdan alarak sahiblerine iade edecek yahud imkanı varsa başkasına emrederek bu işi yaptıracaktır.
Münkeri değiştirirken, cahil ile şerrinden kokulan kuvvet sahibi zalime karşı son derece yumusak davranmalıdır. Çünkü bu şekilde hareket etmesi sözünün kabulüne daha ziyade yarar.
Nitekim bu işi vazife olarak izerine alan memurun da aynı manadan dolayı salah ve fazilet ehli olması müstehabdır. Şaşkınlığında devam edenle, tembelliğinde israfa varan hakkında şiddet göstermelidir. Ama buunu yapmak için gösterdiği şiddetin, değiştirdiğinden daha kötü bir münkere sebeb olmayacağından emin bulunması şarttır. Kendisi zalimin tasallutundan mahfuz olmalıdır. Eğer zannı galibine göre, o münteri eliyle değiştirmek kendisinin veya başkasının öldürülmesi gibi daha şiddetli bir münkere sebeb olacağından korkarsa kalbiyle değiştirmelidir. Hadisten murad inşaallah budur. Eğer emri bi-l-maruf hususunda yardım edecek bir kimse bulunursa, silah çekmeye ve harbe sebeb olmamak şartıyla yardım diler. Demek istiyoruz ki, kıyamsız tebliğde bulunmak gerekir. Demek bazılarının; öleceğini dahi bilse münkere karşı behemehal sarih sözle itirazda bulunmak lazımdır, şeklindeki sözleri isabetli değildir.
Bu meselede İmam-ul-Haremeyn şöyle demektedir: Mesela, silah çekmeye ve harbe sirayet etmemek şartıyla, laftan anlamayan büyük günah sahibini, devletin tebaası, efradı fiilen o günahtan menedebilir. Iş harbe dayanısa hükümdara havale edilir. Zamanın hükümdarı zalim olur da zulmü meydana çıkar ve yaptığı bu kötü hareketten sözle men edildiği zaman vazgeçmezse, memleketin ileri gelenleri, silah çekme ve harbetme bahasına bile olsa onu hall (azil) için ittifak edebilirler.
Ancak İmam-ul-Haremeyn’in bahsettiği bu hall meselesi ulema arasında garib karşılanmış ve: Bundan maksad; hükümdarın halli ile daha büyük fesad çıkacağından korkulmazsa o zaman halledilebilir demektir, şeklinde tevil edilmiştir. Yine İmam-ul-Haremeyn’in beyanına göre eri bi-l-marufla vazifeli olan kimse mücerred zan üzerine evlere girip araştırma yapamaz. O ancak gördükleriyle meşgul olur.
Hülasa, Ebu-l-Hasan Marudi araştırma meselesini ikiye ayırmaktadır:
1-İşlenen, bir harama dair olup sonradan tedariki mümkün değilse araştırma caizdir. Mesela, doğru söylediğine itimad edilen bir zat: Şu eve birisi bir adam kapadı, öldürecek, (yahud ) bir kadın kapadı, zina edecek dese o evi aramk caizdir. Çünkü aranmadığı takdirde elden giden fırsatın tedarikine imkan yoktur. Bu aramayı yalnız devlet memuru değil, ahali dahi yapabilirler
2-Yukarıda söylenenlerden bir derece aşağı olan münkerattır. Bunlarda içeriye girerek araştırma yapmak caiz degildir. Mesela bir evden kötü kötü eğlence sesleri gelse içeride işlenen menhiyyatı menetmek için eve girilemez, dışarıdan menedilir.
“Sizden öyle bir cemaat bulunsun ki, onlar halkı hara çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışsınlar. Işte böyle olanlar felaha erenlerin ta kendileridir.”
Felah din ve dünyada bütün ümid ve emellere ulaşmak ve bütün korku ve endişelerden kurtulmaktan ibarettir. Buraya kadar saymış olduğumuz alametler tastam tahakkuk ederse mü’minlerin felaha ulaşmaları şübhesizdir. Aksi takdirde iş zorlaşır. Nitekim bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:
“Nefsim, eliyle yaşayan Allah’a andolsun, ya iyiliği emredecek, kötülüklerden de vazgeçirmeye çalışacaksınız yahud da Allah Teala üzerinize süratle azab gönderecek de siz de dua edeceksiniz ama size icabet edilmeyecektir.”
Bu hadis-i şerif her gün hemen hemen herkesten sorulan şu sorunun cevabını beyan etmiştir. Ne için müslümanlar zillettedirler? Ne için müslümanların duaları kabul olunmuyor? Işte tek bir sebeb varsa o da “Nefsim kudretiyle yaşayan Allah’a andolsun, ya iyiliği emredecek, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışacaksınız yahud da Allah Teala üzerinize süratle azab gönderece de siz de dua edeceksiniz ama size icabet edilmeyecektir.” Nitekim bu azab apaçık meydandadır. Tefrikalar, harbler vezalimlerin tasallutu hep münkiratların emredilmesi ve marufun terkedilmesindendir.
Yorumlar -
Yorum Yaz