بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Kıyametin Alametleri

Şeyh İbrahim Hakkı Erzurumî kuddise sirruh onlara işaret ederek şöyle  dedi:
               Çıkar Yer dabbesi Deccal u Ye'cuc ile Me'cuc
               Doğar gün magribden çün iner gökden o Ruhullah
Dabbet-ul-arz (Salih peygamberin devesinin yavrusu), Deccal, Ye'cuc, Me'cuc çıkarlar.
Bir de mağribden güneş doğar; Ruhullah olan İsa aleyhisselam da gökten  iner.
Bunlara inanmak gerekir.Nitekim Müslim,Ebu Davud,Tirmizi ve Nesei'nin  tahric ettikleri Huzeyfe (radıyallahu anh)' tan gelen bir rivayette Rasulullah Sallallahu  Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
 
"Gerçek şu ki, elbette kıyamet siz on alameti görünceye kadar  kopmaz. (şunları zikretti) Dumandır; Deccal'dir; Dabbet-ul-arz'dır: güneşin  mağribden doğmasıdır; Meryem oğlu İsa Aleyhisselam'ın inişidir; Ye'cuc ve  Me'cuc'dur; üç batıştır: Biri meşrıkta, bir mağribte, bir Arab adasında. Bunların  sonrasında Yemen'den bir ateş çıkar; insanları (dünyadaki) mahşerlerine  sevkedecektir."
Bunlar zamanı geldikçe, hepsi zuhur edecektir. Bazı serseriler bunları inkar ederler. Diğer bir kısmı tevil ederler.
Bunlar müteaddid hadislerde  beyan buyrulduğu gibi zamanı geldikçe hepsi zuhur edecektir. Bazan da tevil  yerinde olur.
Mesela Deccal gelmeden önce, Deccallar vardır. Mehdi gelmeden  önce Mehdiyyunlar vardır.
 Ekmek-ul-ulema'nın bazı tevilleri buna  göredir. Fakat kendisi tevilsiz olarak da bunların geleceğini de tasrih  etmektedir. 

Nitekim Ebu Davud'un tahric ettiği Hureyre radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette  Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Otuz yalancı ve hilebaz deccal çıkmadıkca kıyamet kopmaz. Hepsi Allah'a  ve O'nun Rasulu üzerine yalan uydururlar."

1- Hadis-i şerifte zikredilen -DUHAN-tevilsiz olarak yer yüzünü  kaplayacak olan dumandır ki, Ed-Duhan suresinin  "O halde (sen ey insan,) semanın apaçık bir duman getireceği günü  gözetle." mealindeki 10'uncu ayetinde beyan edilir.

Hasan Basri Çantay'ın da notunda beyan ettiği gibi, bu dumanın şiddetinden, gökle yer arası kesif bir dumana bürünmüş görülecektir. Bu duman kıyamet gününde zuhur edecek kıyametin  alametlerindendir.

Kafirlerin kulaklarından girecek; başları büryana  dönüşecektir. Mü'minlere de bunlar bir nev'i nezle gibi hastalık olacaktır. Bütün yeryüzü bacasız bir fırın gibi kızaracaktır.

2- Yukarıdaki hadis-i şerifte "Deccal" zikredilmiştir. Bazılar "Deccal'den maksat, şudur budur" diye tevil ederler.

Daha ileriye giden serseriler, Müslim'in de rivayet ettiği Temim-i Dari'nin hadisindeki Cessase  hadisesini inkar ederek: "Bizim zamanımızda keşfedilmeyen yer  kalmamıştır. Eğer bir mağarada Deccal gizlenmiş olsaydı görülecektir." derler. Galiba bunlar hadisten daha ziyade kendi görüşlerine inanıyorlar...

Peygamber Aleyhisselatu vesselam vasfettiği gibi Deccal çıkacaktır. Şimdi de kendisi vardır. Görülmesi ve keşfedilmesi şartı yoktur.

Nitekim Müslim ve Buhari'nin de tahric ettikleri Huzeyfe radıyallahu anh'tan  gelen bir rivayette Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Gerçekte Deccal çıkacaktır. Hakikaten beraberinde su var,ateş  var. İnsanların su gördükleri, ateştir; yakar. İnsanların ateş  gördükleri, sudur; soğuktur, saftır. Sizden kim ona (zamanına)  ulaşırsa, insanların ateş gördüğüne düşsün. Gerçekte o tertemiz, sade  sudur. Şüphesiz Deccal'in bir gözü dümdüzdür. Üzerinde yuvarlak kalın bir  parça et vardır. İki gözleri arasında kafir yazılmıştır. Yazı bilen ve  bilmeyen her Mü'min onu okur."


Bu hususta çeşitli hadislerin çeşitli rivayetleri, yerin tayinleri de  hepsi doğru ve gerçektir; sahih hadislerle sabittir. Tevile de lüzum  yoktur; çıktığı zaman her Mü'min onu tanıyacaktır.

Özellikle Kehf suresini  okuyanlar. Envai çeşit istidraclarla zuhur eder; ölüleri diriltir; yağmurları  yağdırır; ve daha çok hileleri vardır. Ama hiçbir zaman mü'min onun tuzağına  düşmeyecektir. 

Nitekim Müslim ve Buhari'nin tahric ettikleri Hazreti Ömer  radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle  buyurdu:

"Bir defa ben uyurken kendimi Kabe'yi tavaf ediyor gördüm. Bir de baktım  karayağız, salınmış düz saçlı bir zat, iki kişinin arasına girmiş, başından su damlıyor. Bu kimdir dedim. Bu Meryem'in oğlu dediler. Sonra ona iltifat etmek  için ilerledim. Bir de baktım ki, kırmızı benizli, iri yarı, kıvırcık saçlı, bir gözü kör bir herif, gözü salkımdan uğramış üzüm tanesi gibi. Bu kimdir diye sordum. Deccal'dir dediler. İnsanlar içinde ona en ziyade benzeyen İbnu  Katan'dır."

Demek Deccal şahıstır; İsa şahıstır; batıl ve hak fikir  değildir. Peygamber'in rüyası vahiydir, görmesi haktır; sair beşerler gibi  değildir.

Binaenaleyh, " Bu hadis rüyadır, başka suretlerde tevil olabilir yahud  onunla amel edilmez" demek sapıklıktır.
 Müslim'in de tahric ettiği Abdullah bin Amr bin As'tan gelen bir  rivayette Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:

"Deccal çıkacak ve kırk (zaman) kalacaktır. (Kırk gün mühdeti, kırk ay  mı,yoksa kırk sene mi bilemiyorum) Derken Allah Meryem oğlu İsa'yı  gönderecektir. O Urve bin Mes'ud radıyallahu anh gibidir. Ve Deccal'ı arayıp helak  edecektir. Sonra iki kişi arasında düşmanlık olmadığı halde İsa insanlar  içinde yedi sene duracaktır. Sonra Allah Şam tarafından soğuk bir rüzgar  gönderecek ve yeryüzünde kalbinde zerre kadar hayr yahud iman bulunan hiçbir  kimse kalmayacak, hepsinin ruhunu kabzedecektir. Hatta biriniz bir dağın içine  girmiş olsa, rüzgar da içerisine girecek ruhunu kabzedecektir. Bunun üzerine  insanların kötü takımı kuş hafifliğinde ve yırtıcı tabiatinde kalacaklar; ne  bir iyilik tanıyacaklar, ne de bir kötülük men edecekler. Şeytan kendilerine  suretlenip temessül ederek: " (Bana) İcabet etmiyor musunuz? " diyecek; onlar  da: " Bize ne emredersin? " cevabını verecekler. Ve onlara putlara tapmayı  emredecek. Onlar bu halde rızıkları bol yaşayışları güzel devam ederken sonra  sura üfürülecektir. Onu işitip de boyun bükmeyecek, kulak asmayacak hiçbir  kimse olmayacaktır. Onu ilk işiten, develerinin havuzunu sıvayan bir adam  olacaktır. O adam hemen ölecek, sair insanlar da öleceklerdir. Sonra Allah çiğ  gibi bir yağmur gönderecek; bundan insanların cesedleri bitecek. Sonra sura  bir defa daha üfürülecek ve ne baksınlar ki, kendileri ayakta  bakarlar. Sonra: "Ey insanlar Rabb'inize gelin!.. (bunları durdurun! Çünkü onlar  sorguya çekilecekler.) (Es-Saffat 24) denilecektir. Sonra: " Cehennem ordusunu  çıkartın " denilecek; ve: " Kaç kişiden kaç kişi? " diye sorulacak; " Her bin  kişiden dokuzyüzdoksandokuzu. " Denilecektir. İşte (...çocukları  ihtiyarlatacak) (El-Müzzemmil 17) gün bu; bu işte (baldırın açılacağı gün...)  (El-Kalem 42) budur."

3- Dabbet-ul arz, zayıf akıllıların andıkları gibi, bir mikrop bir hastalık  değildir. Bilakis hadis şarihleri ve müfessirlerin tarif ettikleri bir  hayvandır. Her bir hayvanın sureti, bir azasında vardır; konuşur; mü'minleri  kafirden tefrik eder; şu Mü'mindir, şu kafirdir der.

Her insan onun konuşmasını  anlar. Şöyle ki Dabbet-ul-arz'ın zuhurundan sonra mü'min ve kafirler, küfür ve  imanla birbirini anarlar.

Çünkü bir elinde Süleyman Aleyhisselam'ın  hatemi, diğer elinde Musa Aleyhisselam'ın asası vardır. Hayrete şayan  ki, müfessir geçinen bazıları, Dabbet-ul-arz'ın vasıflarını beyan eden  hadislerin zayıf olduğunu söylemeye cü'ret ederler. Bu korkunç bir hata... Çünkü merfu' olarak da Dabbet-ul arz'ın vasfını beyan eden hadisler  varid olmuştur. Kaldı ki, hadiste tad'if ve tahsin yahud  tashih-i ictihadidir. 
Bazı ehli hadise göre zayıf olan bir hadis, diğer bazısına  göre sahih olabilir. Bu da ehli hadise gizli bir şey değildir. Aynı zamanda  Dabbet-ul-arz, En-Neml suresinin "O söz(ün manası) kendilerinin aleyhinde (tahakkuk edip) vuku(ve zuhur)a  geldiği zaman yerden bunlar için onlarla konuşur bir dabbeyi çıkarırız..."  mealindeki 82'nci ayetiyle de sabittir. 
Yani konuşur, mikrop değildir. Mikrop  konuşmaz...Hatta bazıları, Salih Peygamberin devesinin yavrusu olup,son  zamanda Safa dağdan çıkacağını beyan etmişlerdir. En azından Dabbe'nin  konuşur olduğunu bilmek farzdır. 
Özellikle Dabbet-ul-arz hadisesi, tabii kanunlar ve adetin dışındadır. Yeryüzünde dolaşır; ulaşmadığı bir yer  yoktur. Bu kadara inanmak vacibtir. Daha fazla izahı, hadis kitaplarından taleb  olunur.

4- Mağribden güneşin doğmasına gelince, bunun dahi Avrupa'nın Müslüman oluşuna tevil edilmesi garibime gider. Güneşin batıdan doğması kıyametin alametlerinden olup, tevbe kapısının kapanması zamanıdır ki,tabii kanunların  değişmesine başlangıçtır.

Artık ondan itibaren dünya yıkılmaya başlar. Ve güneş batıdan çıktıktan sonra, ne kafirin imanı.ne de mü'minin tevbesi kabul  olur.

Evet gayrı müslimden büyük bir devletin müslüman olacağı, bu hadis değil  başka hadislerden anlaşılmıştır.

5- İsa Aleyhisselam'ın, Şam'da Minaret-ul-Beyda'ya gökten inişidir ki, bu dahi kıyametin büyük alametlerinden olup manevi tevatür derecesine ulaşan hadislerle sabittir.

Nitekim Kadı İyaz diyor ki:

" Ehli Sünnete göre, İsa  Aleyhisselam'ın inmesi ve Deccal'ı öldürmesi haktır, sahihtir. Çünkü bu babda sahih hadisler varid olmuştur. Aklen ve şer'an bunu iptal edecek bir delil de  yoktur.Binaenaleyh isbatı vacibdir."
Mu'tezile ve Cehmiyye fırkalarından bazılarıyla onlara muvafakat edenler, bu hadislerin "Hatem-ul Nebiyyin" ayeti, Peygamber Sallallahu Aleyhi  ve Sellem'in:
"Benden sonra peygamber gelmeyecektir." Hadisi ve Müslümanların  icmaı ile reddettiklerini söylemişlerse de, bu istidlal fasiddir.

Çünkü İsa  Aleyhisselam'ın inmesinden murad, bizim şeriatimizi nesheden yeni bir şeriat  getirmesi değildir.

Nitekim bu, Müslim ve Buhari'nin de tahric ettikleri, Ebu Hureyre ve Cabir  bin Abdullah'tan gelen bir rivayette, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve  Sellem'in:

"İmamınız sizden olduğu halde Meryem oğlu (İsa) size indiği zaman  siz nasıl olursunuz?" mealinde buyurduğu hadisle de sabittir. Bu da ümmetin  şerefini bildirmeye kafidir.
İsa Aleyhisselam, nebi ve rasul olarak iner; ancak Mehdi Aleyhisselam'ın  arkasında namaz kılar; Kur'an ve hadisle hükmeder.

Bazı serseri insanlar, İsa  ve Mehdi Aleyhisselam'ın Hanefi mezhebiyle amel edeceklerini ileriye  sürerler. Bu gülünç bir şeydir. Diğer bazıları de, Nakşibendi tarikatını tatbik edeceklerdir derler. Bu da öyle...

İsa Aleyhisselam'ın kendisine vahiy  gelir. Mehdi Aleyhisselam ise, Hatem-un-veliyyin'dir. Her ikisi de ayet ve  hadisle hükmedeceklerdir. Ve İsa Aleyhisselam Hıristiyanların tekzibi için  inecektir. Evet, o zamanda dahi, Müslümanların imamı Müslümanlardandır.

Tîbî diyor ki: "Hadisin manası şöyledir: İsa Aleyhisselam imametlik  yapacak, dininizde olduğunuz halde. " Allame Teftezani de, Tıbi'nin bu sözünü  tercih etmiştir. 

Binaenaleyh İsa Aleyhisselam imam olur, Mehdi Aleyhisselam  arkasında namaz kılar. Nitekim hadisin bazı rivayetlerinde “imâmüküm minkum”  yerine “yeümmüküm minkum

" İsa Aleyhisselam size imametlik  yapacak; sizdendir. " Yani Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in  şeriatiyle hükmedecektir... 

" Siz nasıl olursunuz? " cümlesi: "bununla çok  ferahlık ve sürur duyacaksınız. Bir rasul ve ulu-l-azim olduğu halde, İsa  Aleyhisselam'ın şeriatinizle hükmetmesinden gurur duyacaksınız "  manasındadır.

Binaenaleyh İsa Aleyhisselam'ın, Kur'an ve Sünnetle amel  etmesi, hükmetmesi, kendisinin risaletine bir halel getirmez.
İmam Rabbani'nin Mehdi Aleyhisselam'ın, kendi tarikatinden olacağına  işaret etmesi, Mehdi Aleyhisselam'ın mehdiliğinden önceki hali olabilir. 

Amma  kendisine mehdilik geldiği andan itibaren Kur'an ve sünnetle amel  edecektir; ve mezhepleri, meşrebleri ortadan kaldırıp, Tevhidi  bildirecek, vahdeti temin edecektir. [1/s.568-574]



Küçük alâmet olarak da şu iki hadîs-i şerîfle yetinelim:

1-Aleyhissalâtu vesselâm, ehli bid'atin, dinde yahudi ve nasrânîlere –bugünkü deyimle Ğarb âlemine–, devlet işlerinde ise Fârise –bugünkü ifadeyle sosyalist, komünist bölgelerine– uymalarıyla kelerin deliği arasındaki teşbîhin vechini düşündü; ve üm­metini, teşbîhin en beliğ vechiyle bid'atlerden ve dî­nine muhalif olan tüm meslek ve meslekçilerden sakındırarak,

Hâkim ve Bezzâr'ın tahric ettikleri İbnu Abbâs radıyallahu anhumâ'dan gelen bir hadîs-i şe­rîfte:

لَتَتَّبِعُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُمْ شِبْرًا بِشِبْرٍ وَذِرَاعًا بِذِرَاعٍ حَتَّى لَوْ سَلَكُوا جُحْرَ ضَبٍّ لَسَلَكْتُمُوهُ وَحَتَّى لَوْ اَنَّ اَحَدَهُمْ جَامَعَ امْرَاَتَهُ بِالطَّرِيقِ لَفَعَلْتُمُوهُ

H.30: “Andolsun hakîkaten siz kendilerinizden öncekilerin örf, âdet, giyim ve kuşamlarına arşın arşın, karış karış,uyacaksınız.
Nihayet onlardan biri kelerin deliğini yol edinmiş olsa, siz de o yolu yol edineceksiniz.
Ve hatta onlardan biri, yolun ortasında alenen karısıyla temasta bulunsa, siz de aynısını ya­parsınız.”
 buyurdu.
Ancak «ona sülûk edersiniz» de­mekle «onda sülûk etmeyin» demek istedi. Bundan böyle «lâm» ile «nûn» ile te'kid etti ve umum üm­mete mesaj verdi.

2-Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, ümmetine,

a-Ulemânın şânına ihtimam ve fazlasıyla kendilerine saygı göstermenin mühimsenmesinden,

b-Ulemâ zevatın nimet olma ehemmiyetinden,

c-Kendilerine hizmetin ve sohbetin pek gerekli olmaklığı ve kadir ve kıymetlerinin vakar ve saygıyla bilinmesinden,

d-Ulemânın varlığının nimet olduğundan,

e-Nimetin kadrinin bilinmemesinin, nimetin zevaline sebeb olacağından haber vermesiyle ümmetini, cahil kimseleri reis edinmekten, aynı zamanda dîni bilmeyen kimseleri şeyh, âlim, lider tanımaktan sa­kındırdı ve

Buhârî, Müslim ve İmam Beğavî'nin tahric ettikleri, Abdullah bin Amr bin el-Âs'tan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu

اِنَّ اللّٰهَ لاَ يَقْبِضُ العِلْمَ انْتِزَاعًا
يَنْتَزِعُهُ مِنَ النَّاسِ وَلٰكِنْ يَقْبِضُ العِلْمَ بِقَبْضِ العُلَمَاءِ حَتَّى اِذَا لَمْ يُبْقِ عَالِمًا اتَّخَذَ النَّاسُ رُؤوسًا جُهَّالاً فَسُئِلُوا فَاَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ فَضَلُّوا وَاَضَلُّوا

H.31: “Gerçekte Allah Teâlâ insanların göğsünden sıyı­racak bir sıyırmakla ilmi geriye almaz; ancak ulemâyı kabzetmekle ilmi kabzeder = geriye alır.
Nihayet âlim bir kimseyi bırakmadığı zaman halk cahilleri tutup başlar edinirler;
akabinde dinden sorulurlar; o cahil reisler de bilgisiz indî görüşlerle fetva verirler; saparlar ve saptırırlar.”


Yahud meali şöyledir: “Gerçekte Allah Teâlâ ilmi insanların göğsünden büsbütün alıp sıyırmaz da, bilakis göğüslerden sıyrılacak ilmi, bazı bölgelerinin âlimlerini kabzetmesiyle alır = sıyırır.”

Sonra hadîs-i şerîfte söz konusu olan ilim, dînî ilimler, mesela ilm-i usûl = tashîh-i itikad ilmi ve ilm-i usûl-u fıkıh, ilm-i tefsîr, ilm-i hadîs, ilm-i fıkıh, ilm-i tasavvuf ve bu ilimler kendisiyle tanınıp bilinen sarf, lüğat, nahuv, belağat ve levazımları olan şer'î ilimlerdir. (27/s..)