بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Biat ve Biatin Usulü

BİAT VE BİATİN USULÜ
Biat, kalb-i insaninin fethedilmesine kuvvetli bir sebeb olduğu gibi günahların terk edilmesine de çok tesirli bir vesiledir. Biatin aslı kitab ve sünnetle sabittir; mubayaa, muâhede demektir. Nasıl ki alış verişte mal  alan ve satan birbirinin elini sıkmakla almayı ve satmayı taahhüd ediyorlarsa öylece icazeli bir şeyhin tarikatine giren de şeyhin elini tutar; ikisi taahhüdde bulunurlar.
Sanki müntesib “Ben fena huyları terk ediyor, ibadetime devam etmekle tevbe ediyorum, fenalıklarımın yerinde iyi olacağıma söz veriyorum.“ der. İcazeli şeyh de "Ben de sana şahid olurum. Dua ve himmetimle Allah için sana yardımcı olurum.“ diye taahhüd eder.

Ashab-ı kiram, Peygamber aleyhissalatu vesselâm’a böylece biat ederlerdi. Akabe biatinde Ensardan bazısı: "Ey Allah’ın Rasulü, emr buyurun bugün  üzerimizdeki  Rabb'inin  hakkını  ve kendi nefsinin hakkını beyan et." dediler. O da:
Sizin üzerinizde Rabb’imin hakkı, O’na eş katmadan ibadet etmeniz; emrine boyun eğmeniz;  Benim de hakkım, kendi nefsinizi, evlad ve namuslarınızı   koruduğunuz gibi Beni de ondan korumanızdır.” buyurdu. İbnu Revaha adlı sahabi: “Biz bunu yaparsak bize ne var?" deyince Rasul-u Muhterem:  "Size cennet var cennet." buyurdu. Onunla birlikte ashab: "Ne güzel alış veriş. Andolsun sözümüzü bozmayız, biatten vazgeçmeyiz.“ dediler.

“Rabb'im için sizden istediğim şey, ona iman etmeniz (ve ibadet etmekte) hiçbir şeyi O'na ortak etmemenizdir. Nefsim için  sizden isteğim; gerçekte Ben  sizden  Bana  mutlak  itaat  etmenizi  isterim.  ta ki Ben de sizi rüşd yoluna  ileteyim.  Bir  de  Ben  kendim  ve  ashabım için  sizden  bizi  nefsinizden,  ehlinizden,  malınızdan  daha  fazla  tercih   etmenizi   isterim.  Ve  nefsinizden   alıkoyduğunuz şeyleri bizden de alıkoymanızı isterim. Bunu işlediğiniz vakitte sizin için cennetin verilmesi Allah'tan ve Benden hak bir va'ddir.”

Erkekler ile mübayaa musafaha ile yapılır. Musafaha yapılırken şeyh: "Ya Rabb'i ben pişmanım, yaptığım günahlarımdan, keşke ben yapmasaydım, İnşaaIIah bir daha yapmayacağım." demekle tevbe eder. Mürid de aynısını tekrarlar. Şeyhin elini tutmazdan evvel mürid, neden tevbe edeceğini aklına getirir; küfürden mi, zinadan mı, katilden mi, içkiden mi? Her neden ise müntesib kalben günahlarını gözünün önüne getirir. Şeyhinin elini tutar, öper, kalben ve ruhen nefsine  döner.  Şeyhinin söylediğini tekrarlar, dili ile de "Eestagfirullah" der. Tevbenin sahih olabilmesi için biat yapılır demektir. Bu keyfiyet kahraman Sıddıkilerin usulüdür. Nitekim Hazreti Ömer radıyallahu anh şöyle buyurur:

“İImi (fıkhı = helal haram hükümlerini) öğrenin. Onu insanlara da öğretin. İImi öğrenmek için vakar ve sükuneti öğrenin. Kendisinden ilim öğrendiğiniz kimseye  boyun  eğerek  saygıda  bulunun.  Kendilerine ilim öğrettiğiniz kimselere de kanat gererek şefkat edin. Kibirli ulemâdan oImayın, aksi  takdirde  cehaletinizin  sebebiyle  bilginiz revac bulmaz.”

Pir-i Tahi kuddise sirruh: Üstadın elini tutmaktan maksad, onun gölgesine girmektir. Nasıl ki gölge insanı sıcaktan menediyorsa, öylece kamil ustadının gölgesi de müridini şeytan ve nefsin hilelerinden meneder. Gölgeden maksad da zahirde şeriat emri, batında himmet demektir. Lakin gölgeye girmenin vazifesi tevbe edene aiddir. Yani mürid biate talib olur ve hizmeti taahhüd eder.

Eğer mürid talib olmazsa, şeyhin gölgesi onun üzerine gelirse de muvakkat olur. Nitekim Ebu Tâlib’in üzerine Peygamber'in gölgesi düştü amma kendi iradesiyle teslim olmadığı için faydalanamadı.

Ehl-i kemal ile musafahadan maksad onların gölgelerine girmek olduğu için, kadın kısmı musafaha ile değil söz ile gölgeye girer. Nitekim Mevlana Halid Şehrezuri, "Kadınlara nasıl tarikat verilir?" diye soruldugunda: “Kadın eğer ecnebi değilse müşküI yoktur. Şayet yabancı ise perde veya kapı arkasında mücerred söz ve sesle tarikat alır, pirin gölgesine girer." demiştir. Hazreti Ali radıyallahu anh da Şöyle buyurur:

"Dikkat edin! Bi hakkan fakih olandan size haber vereyim. Bi hakkan fakih (helal haramı birbirinden ayırt eden) o kimsedir ki insanları  Allah'ın rahmetinden ümidsiz etmez, Allah Teâlâ'nın ma' siyetinde onlara ruhsat vermez, onları Allah'ın mekrinden emin kılmaz, Kur’an'dan yüz çevirerek Onu bırakıp başkasına meyletmez. Fıkhın öğrenilmesi içinde olmayan bir ibadette aslâ hayr yoktur. İçinde iyiden iyiye anlayış = fiili tatbik olmayan bir fıkıhta da hiçbir hayr yoktur.” İşte bu hayrı elde etmek için pirlerin gölgelerine girilir, kemâl-i tevâzu ile onlara teslim olunur ve onlardan şer’i şerifin fiili tatbikatı öğrenilir.

.........................................................................

Akabe Gecesi’nde Mekke’de Ensardan yetmiş kişi Rasûlullah sallalahu aleyhi ve sellem’e bey’at ettikleri zaman, içlerinden Abdullah bin Revaha’nın:

“Ya Rasulallah, Rabb’in için ve kendin için dilediğin şeyi şart koş” demesi üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Rabb’im Azze ve Celle’ye, Kendisine ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi O’na eş tutmamanızı şart koşarım. Kendim için de, nefslerinizi ve mallarınızı koruduğunuz her türlü tehlikeden Beni de korumanızı şart koşarım” buyurdu. Tekrar: “Böyle yaparsak bize ne var?” diye sordular. Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem: ……….. “Cennet var” buyurdu.

“Alışveriş kara geçmiştir. Ahid = Sözleşmemizi bozmak istemeyiz = dönülmesini istemeyiz” dediler.

Diğer bir hadis-i şerifte Ensarın liderlerinden Ebu Emame Es’ad bin Zürare Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e: “Ya Muhammed, sallallâhu aleyhi ve sellem, Rabb’in için ne diliyorsan iste. Sonra kendin ve ashabın için ne diliyorsan iste. Sonra istediğini işlediğimiz takdirde Allah’ın nezdinde bize ne gibi sevab ve sizin üzerinizde ne gibi haklarımız olacağında bizi haberdar et” demesi üzerine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:

H.2- “Rabb’ime Kendisi’ne hiçbir eş koşmaksızın ibadet etmenizi isterim. Kendim ve ashabım için de, bizi barındırmanızı, bize yardım etmenizi, kendinizi korumuş olduğunuz şeylerden bizi de korumanızı isterim” diye cevab verince Es’ad bin Zürare söz alarak   “Peki bunu işlediğimizde bize ne var?” diye sordu. Bunun üzerine: ……… “Cennet vardır” diye buyurdu.

Görüldüğü üzere Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, bey’atle güven alıp güven vermekte dünya namına hiçbir şey şart koşmamış; bütün amaçları ahiretteki cennete bağlamak üzere sözleşmiştir, güven verip güven almıştır. Ve nitekim ayet-i kerimede de: “Habibim deki: Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Bilakis, sizi imana hidayet ettiği için Allah size minnet eder. Eğer doğrulardan iseniz Allah’a şükretmeniz gerekir El Hucurat Suresi ayet:17) diye buyrulmaktadır.

 

Allah Teala da, Akabe Gecesi’nde Ensar’ın Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’le yapmış olduğu bey’atini tasdik edere: ……… “Şübhesiz ki, Allah, hak yolunda savaşarak düşmanları, nefsin arzularını ve savaşta kafirleri öldürmekte, kendileri de öldürülmekte olan Mü’minlerin canlarını ve mallarını “kendilerine cennet vermek mukabilinde- satın almıştır. O’nun Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da zikrolunan bu va’di, Nezdi’nde sabit bir haktır…” (Et-Tevbe Suresi ayet:111) diye buyurdu.

Allah Teala’ya eş koşan yahud farz ibadetleri inkar eden kişi, Allah Teala’ya vermiş olduğu güveni bozmuş olur. Dolayısıyla Allah’ın güveni altından çıkmıştır. Şirke düşen yahud Allah Teala’nın farz kıldığı şeyleri inkar eden, ebedi; gevşeklikle terkeden -afuv olmazsa- muvakkat cezasını çekecektir.

Peygamber’in hayatında, Peygamber’i ve ashabı barındırmak, onlara yardım etmek, kendi nefsini koruduğu gibi onları korumak, iman şartında olduğu gibi, vefatından sonra da Peygamber’in sünnetini yani şeriatini korumak, ashabının şerefini korumak ve onların isimlerini “radıyallahu anhu” demekle anmak, kendilerine dua etmek, iman şartlarındandır. [35/Sayfa.11-15]