Bezzâr, Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin tahric ettikleri sahih bir hadîs-i şerîfte,
اِنَّ سَفِينَةَ مَوْلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَخْطَأَ الجَيْشَ بِاَرْضِ الرُّومِ اَوْ اُسِرَ فَانْطَلَقَ هَارِبًا يَلْتَمِسُ الجَيْشَ فَاِذًا هُوَ بِالاَسَدِ فَقَالَ يَا اَبَا الحَارِثِ اَنَا مَوْلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ مِنْ اَمْرِى كَيْتَ وَكَيْتَ فَاَقْبَلَ الاَسَدُ لَهُ بَصْبَصَةٌ حَتَّى قَامَ اِلَى جَنْبِهِ كُلَّمَا سَمِعَ صَوْتًا اَهْوَى اِلَيْهِ ثُمَّ اَقْبَلَ يَمْشِى اِلَى جَنْبِهِ حَتَّى بَلَغَ الجَيْشَ ثُمَّ رَجَعَ الاَسَدُ
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in azadlısı olan Sefîne şöyle anlatmıştır:
«Bizans diyarlarında esir oldum. Fırsat bulunca kaçarak yola koyuldum. Askerlerin yerini arıyordum.
Ansız karşıma bir aslan çıktı. Ona yöneldim: “Ey Ebe-l-Hâris, (Aslana takılan lakabdır.) ben Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in azadlısıyım. Başıma şöyle şöyle geldi. Sen benden ne istiyorsun?” dedim.
Akabinde aslan önüme geldi, dizlerini yere koydu. Başını dizleri üzerine koydu, kuyruğunu salladı ve mırıldandı.
Sonra kalktı yan tarafıma geldi. Her işittiği bir sese yönelirdi.
Sonra bana bakar idi. Askerlere ulaştırıncaya kadar beni korudu. Ben askerlere ulaşınca o da beni bırakıp gitti.»
Vecd, yolda âşıkın yahud velînin, hoşnut olduğu şeye rastlamaktan dolayı yahud da İlâhî vâridatlardan biri kalbine iniş yaparken yahud zikrettiği ismin yahud mürşidinin yahud Peygamber'in nurunu kalb gözüyle görmesi sebebiyle kendinden geçip, –akıl dairesinde işlenmesinden çekinilen işleri– hal hareketleri yapmasıdır. Bu haldeyken tayy-ı mekan da yaparlar.
Neden biz böyle şeyleri görmüyoruz?
Cevab: Denilir ki: Hâsılı virdi olan zevâtın vâridâtı vardır, vecdi de vardır, hâleti de vardır. Gören bilir. Virdi olmayanın yahud virdi olduğu halde ihlâsı olmayanın vâridâtı olmaz.
İhlasımızın zaif olması ve yekînimizin bozulmasından görmüyoruz. En azında “bir şeyler göreyim” diye vird çeken, görmek istediği şeye ibadet etmiştir, tapmıştır, dolayısıyla gizli şirke düşmüştür. Bundan böyle kübbâr-ı evliyâdan İmam Rabbânî: “Sen muhlis bir mü'min olduğun zaman, Allah Teâlâ, sana bahşiş gönderecektir.
لَهُمُ البُشْرَى فِى الحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِى الاٰخِرَةِ “Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjdeler vardır.” [[1]] buyurmasında Allah Teâlâ sadık ve emindir, yeter ki sen emin ol, istikametini düzelt.” demiştir.