Hakikat-i Muhammediyye
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Henüz Adem ruhla cesed arasında iken Ben nebi idim.” Bu hadis-i şerif “Yaratılışta Ben nebilerin ilkiyim; gönderilmekte ise sonuncusuyum.” mealindeki hadis-i şerif ile mana edilmiştir.
Yani ruh aleminde ilk olarak yaratıldım; irşad ve tebliğ için nübüvvet ve risaletle de son olarak gönderildim demektir.
Muhakkin-i sofiyye, mahluktan ilk yaratılanın Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in nuru olduğunu bu hadisle istidlal etmişlerdir. Buna teayün-i evvel = kalem-i a’lâ = hakikat-i Muhammediyye = kenz-i mahfi = cevher-i ferd = sırr-i sâri = maddenin enerjisini idare eden yayılmış nur = nur-u zâti = gayb-i meknun = mertebe-i vahidiyet denilmektedir.
Bu nur, madde âleminde sırların nihayet bulduğu bir noktadır. Eğer bu nur çekirdek ise, kainat o çekirdekten çıkan bir ağaçtır. “Ferah-ur-Ruh” adlı eserde de bu hususta geniş malumat vardır. Hülâsası şöyledir : İki mevcud vardır: Birincisi, Ehadiyyet itibarıyla Zat-ı Akdes Teâlâ’dır; Uluhiyet ve Rububiyetle vasıflanır. Buna gayb-ul-gayb denir.
Mahluk hadis olduğundan mahluktan hiçbir zerre bu daireyle birleşemez. Hatta ve hatta bu dairede isim, sıfat ve fiil dahi düşünülemez; ezeli ve ebedi bir varlıktır.
İkinci daire, mâsivâ dairesidir. Mâsivâ dairesinin en âli özü, gayb olan hakikat-i Ahmediyye’dir.
Ehad lafzıyla Ahmed lafzı arasında fark olduğu kadar bu iki daire arasında da fark vardır. Ehad: ezeli, ebedi, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir. Ahmed ise; O’nun kuludur, mahluktur; ezeli değil ebedidir; O’nun Zatı’na bir aynadır. Bu hikmete binaen kelime-i şahadette, birinci daireyi “Eşhedu enla ilahe illallah”; ikinci daireyi de “Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Rasuluhu” ile her Mü’min itiraf eder.
Birinci kelimeye teayyün-i İlahiyye, ikinci kelimeye teayyün-i kevniyye de denilmiştir. Artık teayyün-i İlahiyye, ibareye, ifadeye sığmaz.
“Benzerinin benzeri de yoktur. O, işitici ve görücüdür.” (Eş-Şura Suresi ayet 11)
Biaenaleyh Hakikat-i Muhammediyye, bütün mevcudattan önce yaratılmıştır. Onun nuru, bütün mahlukla beraberdir. Kainat Onun nurunun sayesinden devam etmektedir.
Şerh-i Sifâ’da Şeyh Aliyy-ul-Kâri, Mevahib-ul-Ledünniyye’de İmam Kastalâni, Şerh-us-Sünne’de İmam Beğavi bu hadis-i şerifleri bu sürette mana ettiler.
Mesnevi ve şerhlerinden de anlaşıldığı üzere, Zât-ı Pâk-ı Ehadiyye ilk önce bir nur var etti. O nura hakikat-i Muhammediyye denilmektedir. Aynı zamanda o nura daire-i muhabbet denilmektedir.
Erbâb-ı tasavvuf, uzun çalışmak, zikir ve riyazetle bu nuru müşahede etmişlerdir. Bazıları muhabbet dairesini müşahade ederken, onu Zât-ı Pâk-ı Ehadiyye zannetmişlerdir. Elbette bu son derece yanlış ve saliklere tuzaktır. Çünkü mahluk ile Hâlık arasında hiçbir münasebet yoktur. Bu nurun dairesi, mahluk dairesidir.; Hâlık ondan münezzehtir. Nitekim İmam Rabbâni Müceddid-i elfi sani kuddise sırruh diyor ki: “Birçok zevat bu nuru müşahade ettiler ve ona taptılar” Yukarıda naklettiğimiz gibi başka yerde de: Sufilerin nur-i sariden “Muradları ilk teayyündür. Çünkü o sufiler bu “teayyün”ün üzerinde hiçbir şeyin ziyadeliğine kail değiller. İlk teayyünden maksadları Zât’ın kendisidir. Vahidiyet’le tabir olunan ilk teayyün ise bütün mümkünatlarda saridir diye kasdetmişlerse, bu takdirde ihâta-i Zâtiyye ile hükmetmeleri sahih olur” demektedir. Yani hakikât-i Muhammediyye aleyhisselatu vesselam, bütün kainata yayılmış bir nurdur, yoksa yayılan nur Zât-ı Ehadiyye değildir. Bu makama Vahdet-i Mevcud makamı denilmektedir. Vahdet-i Mevcud ise mahluk dairesidir, Hâlık Teâlâ ondan münezzehtir.
Bizim zamanımızdaki sufiler, keşfen değil aklen yorumlarla Vahdet-i Mevcud dairesinde yüzmektedirler, bu ise korkunç bir tehlikedir. En güzeli bu daireden asla bahis açmamaktır, çünkü akılla bilinmez. Sadece “Gerçekte Ben Allah’ın nezdinde peygamberlerin sonuncusu olarak yazılmışım. Halbuki o zaman Adem aleyhisselam ruhsuz olarak çamur üzerine atılıp suretlenmişti. Elbette nübüvvetimin ilk zuhurunu size haber veririm. Birincisi: İbrahim’in duasıydı. İkincisi: İsâ aleyhisselâm’ın gelişimi tebşir etmesiydi. Üçüncüsü: Annem Beni doğurduğu zaman gördüğü rüyasıydı; kendisine bir nur açılmıştı; Şam’ın köşkleri o nurlarla aydınlanmıştı.” Mealindeki hadis-i şerifle yetinmeleri ve ötesine geçmemeleri gerekir.
Hadis-i şeriflerin mecmuundan anlaşıldığı üzere Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellem, ruh âleminde ilk yaratılmış, madde âleminde son olarak gönderilmiştir. Artık hakikat-i Muhammediyye’nın nuru bizzat kainatla beraberdir. Buna “Nur-i Sâri” denilebilir. Her halukârda bu nur, Allah Teâlâ Zülcelal Hazretleri’nin Zât-ı Şerifi’nin nuru değil, yaratmış olduğu nurdur, yani mahluktur. [20/s.127-130]