Dine davet iki sûretledir
İbnu Mes'ûd radıyallahu Teâlâ anhu diyor ki:
"Rasûlullah sallallâhu Teâlâ aleyhi ve sellem, bize dimdik bir çizgi çizdi; sonra: "Bu Allah'ın yolu = misalidir." dedi. Sonra sağında ve solunda eğri küçük çizgiler çizdi. Ve: "İşte bu da yollardır. Her bir yol üzerinde halkı benliğine davet eden bir şeytan vardır." buyurdu ve {Gerçekte bu dimdik muhkem yolumdur. Ve ona uyun...} mealindeki El-En'âm Sûresi'nin 153. ayetini okudu.
sırât-ı müstakim'den murad, mukavemetli din ve dimdik olan yoldur, doğrusu, gerçek itikad ve salih ameldir. Bu ise adedlenmediği, birçok cihetleri olmadığı için hak ve gerçektir. Ancak cihetlerinin değişikliği, derece ve makam itibarıyladır ki, ilim ve ameli ile ahiret yolunun yolcusu onda sülük eder, yükselir. Artık ayağı ondan kayan, yüksek mertebelerden düşüşü nisbetinde yoldan sapmış olur = maksadından geri kalır.
....................................................................................
...................................................................................
Ve binnetice hadis-i şerifteki ……= «hutûtan» =«sağdaki ve soldaki yan çizgiler»den murad ise, ehli bid'atin yollarıdır.
Bu hadise binaen rahatlıkla diyebiliriz ki, dine davet iki sûretledir:
Davetin birinci sûreti, ashab-ı kirâmı ve ashabdan gelen meseleyi, senedini ve hadis metnine ulemanın vermiş olduğu izahatı sarf-ı nazar ederek heva ve hevesine uyup, din vasıtasıyla halkı kendi benliğine davet ederek meseleyi izah etmek ve meseleye felsefi görüşleri karıştırmaktır.
Bu davetin ismi ister sağ olsun, ister sol, ne olursa olsun, görüş sahibi ve görüşü, indi, akli ve felsefi olduğundan, merduddur. Çünkü İslam Dini halis, değerli bir madendir, karışımı kabul etmez. Bu itibarla ehli bid'atin yolları, sağa sola meyilli, ifrat ve tefrit içerisinde tahakkuk eder = gerçekleşir; birçok taksiratlar, birçok şerre meyil ve haddi aşmakla vasıflanır. Bu vasıfta olanlar ve bu tip davetçiler, doğrusu kendi benliğine davet edenler,
"...Allah'tan bir yol göstermek olmaksızın kendi heva ve hevesinin peşine düşen kimseden daha sapkın kim var?..." mealindeki El-Kasas Sûresi'nin 50. ayet-i kerîmesiyle şiddetle zemmolunmaktadır.
Dine davetin ikinci sûreti, sadece ihlas ve teslimiyetle kendi benliğini ortadan kaldırıp, halkı dinin benliğine, ashabdan sahih senedle gelen hadise ve hüküm olarak da ulemânın metne vermiş olduğu izahata davet etmektir. Hak ve doğru yol da budur. Çünkü hadis metinleri senedle geldiği gibi, lüğat ve ıstılah olarak metne verilen mana da sened ve tevâtürle zamanımıza kadar devam edegelmektedir. Buna uyana güven bağlanılır; uymayana güven bağlanılmaz.
Ehli Sünnet vel'Cemaatin hepsi bu yolda sebatla sülük ettiler, ifrat ve tefritten sakındılar; akıllarını, heva ve heveslerini, istek ve arzularını, Rasülullah sallallahu Teala aleyhi ve sellem'in istek ve arzularına uydurdular, benliğine davet ettiler; ve böylece
"Sizden biriniz, hevâsı = istek ve arzusu, onunla gelmiş olduğum hükümlere tıpatıb uyuncaya kadar iman etmiş olmaz." emr-i şerifine uydular.
Yani akıllarını, istek ve arzularını, ashab, tâbiin ve tebe'-i tabiki vasıtasıyla gelen, Nebi sallallahu Tel aleyhi ve sellem'in hadislerinin peşine düşürdüler, sözlerini anlamaları için akıllarını kullanıp aracı ettiler; hadisin esas hükmünce Allah Teala’nın rızasının kazanılmasını amaç edindiler.
Biz dahi aklımızı kullanarak o büyük imamların sözlerini anlamaya çalışmalı, ona göre de amel etmeli, ihlas üzere buna devam etmeliyiz. Bir de Et-Tevbe Sûresi'nin 112, El-Ahzâb Sûresi'nin 47, Es-Saff Sûresi'nin 13. ayet-i kerimelerinin ve daha birçok ayet-i kerimelerin ve …………………………. "Mutluluk ve müjdeler ğarib yaşayanlara mahsustur." hadisinin tebşir ettikleri ğarib Mü'minlerden olmalı ve onlara karib olmuş olmalıyız.