بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Namazdan Sonraki Tesbihatın Keyfiyeti

NAMAZDAN SONRAKİ TESBÎHÂTIN KEYFİYETİ
Sahîh hadislerle sabit olduğu üzere selamdan sonra Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sel­lem ve ashâb-ı kiram üç kere:

اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ الَّذِى لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىَّ الْقَيُّومَ وَاَتُوبُ اِلَيْهِ
Bir kere:

اَللّٰهُمَّ اَنْتَ السَّلاَمُ وَمِنْكَ السَّلاَمُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلاَلِ وَاْلاِكْرَامِ

“Estağfirullâh-ellezî lâ ilâhe illâ Huve-l-Hayy-el-Kayyûme ve etûbu İleyh.”[*]
Bir kere: Allâhumme Ent-es-Selâmu ve Mink-es-selâm. Tebârakte yâ Zel'Celâli vel'İkrâm.” demeksizin yerlerinden kıpırdamazlardı.
           
Yani: “Kendisi'nden başka azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan hiçbir ma'bûd = tapınılan olmayan Ulu Allah Teâlâ'dan günahlarımı örtmesini dilerim. Vasıtasız ezelî ve ebedî olarak kendi Zâtı'yla hayat sahibi ve her şeye hayat verendir. İlim ve iradesinin gereğince tedbir ve takdîriyle yarattığı mahlûkunu yeşer­ten, rızklandıran, yaşatmakta kudretiyle den­gesini koruyandır. Ve fiilen günahtan O'na dö­nüp yönelirim. Allâhumme! İsmin Selam'dır; her türlü ayıb ve noksanlıktan pak ve berîsin: Dilediğine selâmeti güveni verirsin; selâmet ve güven Sen'dendir. Sen Yücesin, ey Büyüklük, Azamet ve İkram Sahibi.” demektir.
           
Selam duasından sonra sabah ve akşam namazını müteakib en az on kere:

لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

“Lâ ilâhe illallâhu Vahdehu lâ şerîke Lehu, Leh-ul-mülku ve Leh-ul-hamdu ve Huve alâ kulli şey'in Kadîr.”
           
Yani: “Azabından korkulan, Zâtı’yla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan Allah'tan başka hiçbir ma'bûd = tapınılan yoktur; Kendisi Birtek'tir; O'nu Birlerim, ortağı yoktur, mülk O'nundur, ezelden ebede kadar üstün güzel övgüler O'na mahsustur ve O, her şeye gücü yetendir.” demektir; ve yedi kere:

اَللّٰهُمَّ اَجِرْنِى مِنَ النَّارِ

“Allâhumme ecirnî min-en-nâr.”
deyip;
           
Yani: “Allâhumme! Beni ateşinden koru = kurtar.” demektir;[*]

اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلَى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ

“Allâhumme eınnî alâ zikrike ve şukrike ve hüsni ibâdetik.” diyerek hareket ederlerdi.
           
Yani: “Allâhumme! Zikrin, şükrün ve San'a güzel ibadet etmem için bana yardım et.” demektir.
           
Kimisi yerinde, kimisi de yolda tesbihlerini yapar, her halukarda ilk sünnetleri gibi son sünnetleri dahi evlerinde kılarlardı.
           
Bilahare sünnetlerin mescidlerde kılınması âdet olunca, üç keyfiyet üzere tesbîhler yapıl­maya başlanıldı:
            
1-Bir kısım Hanefîler, istiğfar ve selamdan sonra:
 
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلَى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ

“Allâhumme eınnî alâ zikrike ve şukrike ve hüsni ibâdetik.”
demeleriyle son sünneti kıl-mak üzere harekete geçerlerdi.
Son sünnetin selamından sonra tesbih yani bir, üç yahud dört kere:
 
سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاللّٰهُ اَكْبَرُ

“Subhânallâhi velhamdu Lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu Vallâhu Ekber.”
derlerdi.
Yani: “Allah Teâlâ'yı tenzîh ederim, ezelden ebede kadar güzel övgüler Allah'a mahsustur; azabından korkulan, Zâtı’yla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan Allah'tan başka hiçbir ma'bûd = tapınılan yoktur ve Allah en büyüktür.” demektir.

            Sonra bir kere:
 
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ اَللّٰهُمَّ لاَ مَانِعَ لِمَا اَعْطَيْتَ وَلاَ مُعْطِىَ لِمَا مَنَعْتَ وَلاَ يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّٰهِ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَلاَ نَعْبُدُ اِلاَّ اِيَّاهُ لَهُ النِّعْمَةُ وَلَهُ الْفَضْلُ وَلَهُ الثَّنَاءُ الْحَسَنُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

“Lâ ilâhe illallâhu Vahdehu lâ şerîke Lehu, Leh-ul-mülku ve Leh-ul-hamdu ve Huve alâ kulli şey'in Kadîr. Allâhumme lâ mânia limâ e'tayte ve lâ mu'tıye limâ mena'te ve lâ yenfeu zelceddi mink-el-ceddu, lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâh. Lâ ilâhe illallâhu ve lâ na'budu illâ İyyâhu, Leh-un-ni'metu ve Leh-ul-fadlu ve Leh-us-se­nâu-l-hasen. Lâ ilâhe illallâhu muhlisîne Leh-ud
-dîne velev kerîh-el-kâfirûn.”
diye Tevhîdi ifade eden kelimeleri tamamlarlardı.
           
Yani: “Azabından korkulan, Zâtı’yla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan Allah'tan başka hiçbir ma'bûd = tapınılan yoktur; Kendisi Birtek'tir; O'nu Birlerim, ortağı yoktur, mülk O'nundur, ezelden ebede kadar üstün güzel övgüler O'na mahsustur ve O, her şeye gücü yetendir. Allâhumme! Bir kimseye vermeyi dilediğinde Sen'in vermene hiçbir engel yoktur; vermeyi engellediğinde hiçbir veren yoktur; almak ve vermek San'a mahsustur: Nezdinde mal, güç, neseb ve servet, sahiblerine aslâ faide vermez ve azabından onları kurtaramaz. Âli ve Azîm Allah Teâlâ'dan başkasıyla günah işlemekten, zararlı şeylerden dönüş, taat ve ibadet yapmak gücü aslâ yoktur. Biz Mü'minler, hâlis iman, ihlas, tam teslim ve iştiyakla Kendisi'nden başkasına tapmayız. Zira bütün nimetler, üstün ve güzel övgüler hepsi Zâtı'na mahsustur. “Azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan Allah'tan baş­ka hiçbir ma'bûd = tapınılan yoktur.” dediğimiz halde dînini hâlis kılmaktayız; kafirler inkarla tiksinmiş olsalar bile.” demektir.
           
Sonra Eûzu Besmele'yle Fâtiha Sûresi'ni, وَاِلهُكُمْ اِلهٌ وَاحِدٌ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّحِيمُ “Ve ilâhu­kum İlâhun Vâhidun Lâ ilâhe illallâhu Huv-er
-Rahmân-ur-Rahîm.” diye El-Bakara Sûresi'nin 163'üncü ayetini,
sonra اَللّٰهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ... “Allâhu lâ ilâhe illâ Huv-el-Hayy-ul-Kayyûm...” diye Ayet-ül-Kürsî'yi yani El-Bakara Sûresi'nin 255'inci ayetini,
akabinde شَهِدَ اللّٰهُ... “Şehi­dallâhu...”dan اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّٰهِ اْلاِسْلاَمُ “İnn-ed-dîne Indellâh-il-İslâm” cümlesine ve
قُلِ اللّٰهُمَّ... “Ku­lillâhumme...”den بِغَيْرِ حِسَابٍ “bi ğayri hisâb”a kadar yani Âl-i İmrân Sûresi'nin 18, 19, 26 ve 27'nci ayetlerini ve Besmeleyle bir veya üç kere İhlas Sûresi’ni, Muavvizeteyn yani Felak ve Nâs Sûreleri'ni okurlardı.
           
Ara sıra Fâtiha'dan Nâs Sûresi'ne kadar okuduktan sonra bedenlerine üfürüp oğuştu­rurlardı. Binaenaleyh bedene üfürüp oğuştur­mak meşrû' ve müstehabdır; ne var ki ele, tesbîhe okuyup üfürmek âdeti çirkin bid'attir.
           
Sonra otuz üç kere: سُبْحَانَ اللّٰهِ “Subhânallâh”, otuz üç kere: اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ “Elhamdu Lillâh” ve otuz üç kere:اَللّٰهُ اَكْبَرُ  “Allâhu Ekber”; otuz dördüncüde:

اَللّٰهُ اَكْبَرُ كَبِيرًا لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِىرٌ

“Allâhu Ekberu Kebîran, lâ ilâhe illallâhu, Vahdehu lâ şerîke Leh, Leh-ul-mülku ve Leh-ul
-hamdu ve Huve alâ kulli şey'in Kadîr.”
[*] derler;
 سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ الاَعْلَى الْوَهَّابِ

“Subhâne Rabbiy-el-Aliyy-il-A'le-l-Vehhâb.”
de­meleriyle birlikte dua etmek üzere ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırıp açarlardı.
           
Tesbîh ve dualarından sonra gecede zamm-ı sûre olarak اٰمَنَ الرَّسُولُ... “Âmen-er-Rasûlü...”den فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ “fensurnâ ale-l-kavm-il-kâ­firîn”e kadar yani El-Bakara Sûresi'nin son iki ayetlerini okurlardı.
           
Tesbîh ve dualarından sonra gündüzde zamm-ı sûre olarak لَوْ اَنْزَلْنَا “Lev enzelnâ...”dan وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Ve Huv-el-Azîz-ul-Hakîm”e kadar yani El-Haşr Sûresi'nin son dört ayetlerini okurlardı.
           

2-Bir kısım Hanefîler farzın selamından sonra, istiğfar ve selam duasından itibaren duanın sonuna kadar yukarıda tarif edilen tesbîhleri tamamlarlardı; sonra son sünneti kılmak üzere ellerini yere koyarak: اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلَى ذِكْرِكَ... “Allâhumme eınnî alâ zikrike...” demeleriyle sünnet kılmaya kalkarlardı.
           
3-Bazı meşâyıh, farzın selamını müteakib istiğfarla birlikte selam duasından sonra, son sünneti kılmak üzere ellerini yere koyarak:

اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلَى ذِكْرِكَ... “Allâhumme eınnî alâ zik­rike...” demeleriyle kalkarlardı.
           
Son sünnetin selamından sonra bir, üç ya­hud dört kere: سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ... “Subhâ­nallâhi velhamdu Lillâhi...” diye tesbihten,

لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ... “La ilâhe illallâhu Vahdehu lâ şerîke Lehu....” diye Tevhîdden sonra Eûzu Besmele'yle Fâtiha Sûresi'ni ve

هُمُ المُفْلِحُونَ “Hum-ul-muflihûne” ye kadar yani El-Bakara Sûresi'nin ilk beş ayetlerini,وَاِلهُكُمْ الهٌ وَاحدٌ… “Ve ilâhukum İlâhun Vâhidun...” diye 163'üncü ayetini,
Ayet-ül-Kürsî'den هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Hum fîhâ hâlidûn”a kadar yani aynı sûrenin 255, 256, 257'nci ayetlerini, akabinde اٰمَنَ الرَّسُولُ... “Âmen-er-Rasûlü...” diye yine aynı sûrenin son iki ayetlerini ve شَهِدَ اللّٰهُ... “Şehidallâhu...”dan

اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّٰهِ اْلاِسْلاَمُ “İnn-ed-dîne Indellâh-il-İs­lâm” cümlesine, قُلِ اللّٰهُمَّ... “Kulillâhumme...”den بِغَيْرِ حِسَابٍ “bi ğayri hisâb”a kadar yani Âl-i İmrân Sûresi'nin 18, 19, 26 ve 27'nci ayetlerini, sonraلَقَدْ جَائَكُمْ...  “Lekad câekum...” diye Tev­be Sûresi'nin son iki ayetlerini, لَوْ اَنْزَلْنَا “Lev en­zelnâ...”dan وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Ve Huv-el-Azîz-ul-Hakîm”e kadar yani El-Haşr Sûresi'nin son dört ayetlerini, akabinde Besmeleyle İhlas Sûresi, Muavvizeteyn yani Felak ve Nâs Sû­releri'ni okurlar; otuz üçer kere tesbîhten ve Tevhîd Kelimesi'nden sonra:

سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ الاَعْلَى الْوَهَّابِ

“Subhâne Rabbiy-el-Aliyy-il-A'le-l-Vehhâb.”
de­meleriyle birlikte dua etmek üzere ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırıp açarlardı.
 
“Âmîn”den sonra on kere لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ “Lâ ilâhe illallah” ve üç kere salavat eklerlerdi.

Çoğu zaman ferdî olarak bilenler gizlice, cemaatle olsa bir kişi cehren, sabah namazından sonra “Yâsîn”, öğleden sonra “Vâkıa”, ikindiden sonra “Amme”, akşamdan sonra “Secde”, yatsıdan sonra “Tebâreke” Sûrele­ri'ni, tesbîhten sonra zamm-ı sûre olarak okurlardı.
 
Dördüncü asrın sonlarına kadar ashab, tâ­biîn ve tebe'-i tâbiîn bu üç keyfiyet üzere devam ederlerdi; tesbîhlerini bırakmazlardı; herkes kendi tesbîhini yapardı.
 
Bizim zamanımızda sünnete uygun tesbih yapılmamaktadır: Mesela cemaat ağzını kitle­yip müezzinin komutunu bekler; sağa sola bakar; ğaflete düşer, tesbîhini bırakır.
 
Yukarıda tarif ettiğimiz her üç keyfiyet de sünnete uygundur.
 

[*]Burada Lafza-i Celâl'i söylemeksizin; “Estağfirullezî” diye başlayarak “El-Hayy-ul-Kayyûmu” okunmasının son derece yanlış olduğunu ihtar edelim.

[*]Hadîs-i şerîfte: “Sabah ve akşam namazından sonra
yedi kere: اَللّهُمَّ اَجِرْنِى مِنَ النَّارِ “Allâhumme ecirnî min-en
-nâr.” duası, vird edinene cehennem ateşinden sığınak ve koruyucu olur.”
diye buyrulmaktadır.

[*]Hadîs-i şerîfte: “Her namazdan sonra otuz üç kere:
 سُبْحَانَ اللّهِ“Subhânallâh”, otuz üç kere: اَلْحَمْدُ لِلّهِ “Elhamdu Lillâh” ve otuz üç kere:اَللّهُ اَكْبَرُ  “Allâhu Ekber” dedikten sonraلاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِىرٌ “Lâ ilâhe illallâhu, Vahdehu lâ şerîke Leh, Leh-ul
-mülku ve Leh-ul-hamdu ve Huve alâ kulli şey'in Kadîr.” duasını huzur-u kalble okuyan kimsenin günahları deniz köpüğü kadar olsa dahi mağfiret olunur.”
buyrulmaktadır.