بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

HADİS:30-31_İhsan

            اَحْسَنْتُ الكَلاَمَ “Sözü güzelleştirdim.” örneğindeki gibi اِحْسَان “ihsan” kelimesi, kendi nefsiyle müteaddî olduğuna göre “ihsan”: “Güzelleştirmek, çeki düzen vermek, düzeltmek, iyilik yap­mak” manasındadır. Hayır, اَحْسَنَ اِلَيْهِ “Kendisine iyilik yaptı.” diye اِلَى “ilâ” harfiyle müteaddî olduğuna göre اِحْسَان “İhsan” kelimesi, “iyilik yap­makla nimetini ğayrine ulaştırmak” demektir.

            اَلاِحْسَانُ اَنْ تَعْبُدَ اللّٰهَ كَاَنَّكَ تَرَاهُ فَاِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَاِنَّهُ يَرَاكَ

H.30: “Tanıttığım ihsan = bütün özelliğiyle iyilik: Kendisi'ni görürcesine Allah'a ibadet etmendir. Sen her ne kadar O'nu görmesen de, hiç şübhesiz O seni görüp durur.” diye hadîs-i şerîfte tanıtılan “ihsan”, birinci mana üzerine gelmektedir.

 Allah'a karşı “ihsan”, kula karşı “ihsan” olmak üzere ihsan iki kısımdır.

“Allah'a karşı ihsan –yani çeki düzen vermek ve düzeltmekle iyilik yapmak–, kulun kendini Rabb'inin kontrolü altında bulundurarak kendine çeki düzen vermesiyle iyilik yapmasıdır.”

Diğer ifadeyle “İhsan, kulun basîretiyle görürcesine Allah Teâlâ'ya ihlas üzere ibadet et­mesidir.”

“Müşâhede” ve “Muhâsebe” olmak üzere ihsanda iki makam vardır; Müşâhede Makamı, Muhasebe Makamından daha üstündür:

a-Hadîs-i şerîfte: “Kendisi'ni görürcesine Allah'a ibadet etmendir.” demekle ifade edilen “Müşâhede Makamı”, kulun kendini Rabb'inin kontrolü altında bulundurması, görürcesine O'na ibadet etmesi, ibadetinin yahud Ma'bûd'u­nun nurlarını basîretiyle görmesi demektir;

b-Hadîs-i şerîfte: “Sen her ne kadar O'nu görmesen de, hiç şübhesiz O seni görüp durur.” demekle ifade edilen “Muhâsebe Makamı”, kulun, “Rabb'im beni görür.” diye kendisine çeki düzen vermesi, günahlardan tevbe etmesi, amelini güzelleştirmesi, zikir ve taatle Rabb'ine yönelmesi demektir.”

Hadîs-i şerîfte “görerek” denilmeyip, “görürcesine” diye buyrulması, Allah Subhânehu ve Teâlâ'nın Zât-ı Şerîfi'nin gözle yahud basîret yani kalb gözüyle dahi görülmeyeceğinin ifadesidir.

Cisim ve maddelerinin ötesinde ancak basî­retle Zât-ı Şerîfi'nin isimlerinin, sıfatlarının, fiillerinin Celal ve Cemal nurlarının görülmesi mümkündür. Mesela:

İnsanın maddenin zâhirini görmesi, fizik dahilinde ilimle –yani zâhirî ve bâtınî hislerle–; maddenin iç yüzünü görmesi ise, fizik ötesinde şübheden ârî يَقِين “YEKÎN”le mümkündür.

İnsan, şek şübheden arınması ve hayalî konuşmaların zeval bulması halinde, kalb gözüyle önce Allah Subhânehu ve Teâlâ'nın fiillerinin, sonra sıfatlarının, sonra isimlerinin Celal Cemal nurlarını, sonra Zât-ı Şerîfi'nin görülme­sini engelleyen nurunu görebilir. İş Allah Teâlâ'nın nurlarını kuluna göstermesine “Tecellî”; kulun Rabb'inin nurlarını görmesine “Müşâhe­de” ismi verilmektedir.

İnsan, vasıtasız, ruhunu, kendi yüzünü, hatta bedeninin iç yüzünü göremediği gibi, Rabb'inin Zât-ı Şerîfi'ni de göremez; kendini mesela ruhunu, aklını, organlarının nasıl çalıştığını tarif edemediği gibi, Allah Subhânehu ve Teâlâ'nın Zât-ı Şerîfi'ni de göremez, tarif edemez; bilakis zamanına yetiştiği vahiyle şereflenen peygamberlerden, getirdikleri kitablar­dan, son olarak Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'den, getirdiği Kur'an ve hadislerinden, vasıtasız vasıtayla Allah Teâlâ'nın Zât-ı Şerîfi'nin isim ve sıfatlarını öğrenir, tanır ve peygamberin tarifi üzere başkasına tanıtır. Bu işe “Ma'rifetullah” denilmektedir.

İnsan, zâhirî aza ve hislerinin sükun bulması, mesela gözünün görmemesi, elinin tutmaması, kulağının işitmemesi halinde rüyayı gördüğü gibi,

a-Uyanık iken aza ve hislerinin sükûn bulması, hayalî konuşmanın zeval bulması,

b-Zamanına yetiştiği peygambere ve peygamberin Allah Teâlâ tarafından getirdiği kitabın hükümlerine inanması ,

c-Kitabın hükümlerini ihlas üzere öğrenmesi, onunla amel etmesi,

d-İman, ibadet, zikir, dua ve yalvarış üzere sebat etmesi halinde Mü'min ve Muhsin kul da, yekîn üzere kalb gözüyle Allah Subhânehu ve Teâlâ'nın Zâtı'nın görülmesini engelleyen nurunu dahi görür.

Diğer ifadeyle yekîn üzere zikir ve ibadetin cilasıyla sadeleşen Mü'min kulunun kalbi, Zât-ı Ehadiyyesi'nin görülmesini yahud isimlerinin görülmesini yahud fiillerinin görülmesini engelleyen nurları yansıtır.

Faraza küçük bir aynaya aksetmesi halinde, yer küresinden şu kadar şu kadar daha büyük güneş, aksettiği aynanın içine girmediği, aynayla birleşmediği halde aynanın görülmesini engellediği ve sadece güneş kendisi görüldüğü gibi, Allah Teâlâ, sadeleşen bir kalbe tecellî ederek nurlarını ışıldaması halinde, sadeleşen kalbin içine girmez, birleşmez; kalbin kalıbının, yani bedenin görülmesini, hatta mâsivânın yani Allah Teâlâ'nın nurundan başka her şeyin görülmesini engeller; sadece nurlar görülmüş olur.

Bu takdirde sadece Allah Teâlâ'nın fiillerinin, sıfatlarının, isimlerinin Celal Cemal nurları ya­hud Zât-ı Şerîfi'nin görülmesini engelleyen Tevhîd nuru kalb gözüyle görülmüş olur.

Bununla beraber Allah Subhânehu ve Teâlâ verdiğimiz temsil ve benzetmeden daha âlî ve münezzehtir.

İmam Sehl bin Abdullah et-Tüsterî kadde­sallâhu esrârah-ul-alî: “Rabb'imiz şöyle buyur­maktadır:اَنَا عِنْدَ المُنْكَسِرَةِ قُلُوبُهُمْ وَالمُنْدَرِسَةِ قُبُورُهُمْ وَمَا وَسَعَنِى اَرْضِى وَلاَ سَمَائِى وَلكِنْ يَسَعُنِى قَلْبُ عَبْدِى المُؤْمِنِ “Ben, kalbleri itaatle kırılmış, kabirleri yerle bir olmuş kimselerin yanındayım. Yerime ve göğüme sığmam, ancak Mü'min kulumun kalbine sığarım.” yani “Tevhîdimin nurları sığar.” demesiyle ihsanda Müşâhede Makamını dile getirmektedir.[*]

            Kula karşı ihsana gelince, o da, çevre ve yakınlarından görülen ufak tefek kötülükleri güzel ahlak ve iyiliklerle karşılamaktır.”

            لاَ تَكُونُوا اِمَّعَةً تَقُولُونَ اِنْ اَحْسَنَ النَّاسُ اَحْسَنَّا وَاِنْ ظَلَمُوا
ظَلَمْنَا وَلكِنْ وَطِّنُوا اَنْفُسَكُمْ اِنْ اَحْسَنَ النَّاسُ اَنْ تُحْسِنُوا وَاِنْ اَسَاؤُوا اَنْ لاَ تَظْلِمُوا

H.31: “Herkesten görünüp de hislerine kapılan pervasız olmayın: “Eğer insanlar iyilik yaparlarsa, biz de onlara iyilik yaparız; ve eğer zulmederlerse biz de onlara zulmederiz.” demeyin; ancak insanlar iyilik yaparlarsa, iyilik yapmanıza, insanlar kötülük yaparlarsa zulmetmeksizin hataları afuv etmeye, ceza vermekte cezanın hududunu aşmamaya adamakıllı kendinizi alıştırın.” buyrulan hadîs-i şerîfte kula karşı ihsan açıklanmaktadır.

Binnetice kula karşı ihsan: Alâkayı kesen akrabalardan alâkayı kesmemek, mahrum eden çevreyi mahrum etmemek, kötülükleri iyilikle karşılamak, ufak tefek hataları afuv etmek, zulümden sakınmak, adalet üzere cezanın verilmesi takdirinde de haddini aşmamak, her Müslümana hayrlı şeyleri istemektir.



[*]Söz hadis değil, tasavvuf imamlarından Sehl bin Abdullah et-Tüsterî'nin sözüdür; manası sahîhtir.

                  Tasavvuf iddiasında bulunan hulûl ve ittihadcıların bunu hadis saymaları hatalı olduğu kadar, “Bu hadis mev­dû'dur.” demek bahanesiyle İbnu Teymiye ve Zerkeşî'nin de, İmam Sehl bin Abdullah et-Tüsterî ve Ebu-l-Hasen Ali bin Vefâ eş-Şazelî rahimehullah gibi Ehli Tahkîkten tasavvuf imamlarına saldırmaları hatadır.