İman Tedbir Tevekkül
İMAN TEDBİR VE TEVEKKÜL
Özellikle kavram olarak “İman” kelimesine değinmek istiyorum. Fakat bu konuya girmeden önce şunu ifade edeyim. Bir kere; biz hepimiz Allah Teala’ya iman etmiş insanlarız.
“Allah” özel isimdir yani İlah kelimesi cins isim iken “Allah” kelimesi özel isimdir. İlah tapınmaya layık olan ma’bud anlamına geliyor. Tapılmaya layık, kulluğa layık kendisine ibadet edilmesine müstahak olan Tanrı anlamına geliyor ilah kelimesi..
Fakat Allah; Sıfatları Kur’an-ı Kerim tarafından bize bildirilmiş olan O’nun Zatına mahsus hususi özel bir isim olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu manada mesela biz kelimeyi tevhidi söylediğimizde “La ilahe illallah” = “Allah’tan başka bir ilah yok” dediğimizde bu bir anlam ifade ediyor. Yoksa “ilahtan başka bir ilah yok” veya “tanrıdan başka bir tanrı yok” bir anlam ifade etmez.
Özel isim olarak Allah’tan başka, sıfatları bize Kur’an-ı Kerim tarafından bildirilmiş Allah’tan başka, herhangi bir ilaha inanmak mümkün değil, “O’dan başka ilah yok sadece kulluğa müstahak olan O’dur” anlamında….
İşte bu çerçevede Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda, bir yaprağın yere düşmesinin dahi O’nun ilminin iradesinin kudretinin ve yaratmasının dışına çıkmadığını görmüş oluyoruz.
Mesela İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin güzel bir örneği var; şöyle ifade ediyor.
Mesela ateşe tapan bir insan hakkında bu kişinin bir tanrı anlayışı vardır, diyebilirsiniz veya tanrıya inanıyor diyebilirsiniz. Fakat ateşe tapan bir insan hakkında Allah’a inanıyor, diyemezsin. Çünkü taptığı ateş, Allah değil.
Mesela yine aynı şekilde; çocuk edinmiş olan bir ilaha inanan;
Mesela İsa aleyhisselam’ı tanrının oğlu diye niteleyen
Mesela bir kişiye siz bir tanrı anlayışı var bir ilah anlayışı var diyebilirsiniz.
Fakat Allah’a inanıyor diyemezsiniz. Çünkü Allah “lem yelid ve lem yüled”’dir. Çocuk edinmekten münezzehtir. Dolayısıyla bir kişi eğer Allah’a inanıyorsa kainatta olan bütün her şeyi bu lehinde olsun aleyhinde olsun, kendi lehinde veya aleyhinde gözüksün ki iman ediyorsa aleyhinde gözükse bile mutlaka bu lehinde olacak ki konumuzun ilerleyen anlarında bu konuya biraz daha değilmiş olacağız.
Hiçbir şeyin Allah Teala’nın ilminin iradesinin kudretinin ve tekvin yani yaratma sıfatının dışına çıkmadığını Mü’min olarak Kur’an-ı Kerim’e iman eden kişi bunu kabul etmek zorunda..
İşte bunu kabul ettikten sonra şu kainattaki olan her şey O’nun yaratmasıyla mevcut olduğu; istemesiyle mevcud olduğunu bilmiş oluyor bir müslüman olarak..
Zaten ayeti kerimeye baktığımız zaman biz “ellezine halakal mevte vel hayata li yeblü menneküm. “ O ki hayatı ve ölümü yarattı, li yeblü menneküm, sizi imtihan etmek için yani bunların aslında hepsinin lehte olsun aleyhte olsun bu dünyanın bizim için bir imtihan yeri olduğu açık ve net bir şekilde; bir mü’min için, inanan kişi için ortaya çıkmış oluyor.
Şimdi burada özellikle bize bu konumda belirleyici olan “İman” kelimesi…
İman kelimesi hakikaten o kadar özel bir kelime ki mesela önce sözlük manasında ele alacak olursak yani ister sözlük ister istilahi…
İman denince; biz Allah Teala’nın Peygamberi vasıtasıyla bildirmiş olduğu tüm hususlara gönülden inanmayı kasd ediyoruz, İman dediğimiz bu…
Allah’ın peygamberi vasıtasıyla bize bildirdiği ne varsa bunlara gönülden inanmaya; İman diyoruz ve bunu kalbi tasdik olarak; kalben tasdik etmek şeklinde ifade ediyoruz. Kalben yani gönülden tasdik etmek yani onaylamak…
Fakat bu iman kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda sevgili arkadaşım;
İman Em… kökünden geliyor Em.. Emniyet. Emanet hep bu köklerden geliyor sözcük anlamı köküne baktığımızda.. Em..
Peki ne demek güven duymak demek.. bakınız çok güzel çok özel bir anlamı güven duymak.. peki bu manada kullanılıyor mu?
Evet kullanılıyor mesela Rad süresinin 28 numaralı ayeti kerimesinde
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ
“İşte onlar iman edenler ve Allah’ı zikrederek gönülleri huzura kavuşanlar güven duyanlardır.”
Mesela bundan dolayı meşhur dil alimi dil bilgini Halil bin Ahmed bir gün kendisine soruluyor: İman eden kimdir? Sözcük bağlamı anlamında, Halil bin Ahmed’e soruluyor, İman eden kimdir, diye soruluyor.
Verdiği cevap hiçbir şübhesi olmadığı için huzur duyan mutmaindir. Bakınız verdiği cevaba “şübhe duymadığı için huzur duyan, güven duyan mutmaindir.”
Bu imanın sülasi mücerredinde yani kök anlamında… bakınız emniyet emanet, em, güven duymak gibi eman gibi anlamları buluyoruz. Fakat iman kelimesi bakınız if’al babında hocam sizlerde bilirsiniz. İf’al babı ise kelimeyi geçişli yapıyordu. Lazımda mutakki yapıyordu geçişli yapıyordu. Peki geçişli bağlamında olaya bakarsak, İmanın anlamı ne oluyor “Güven vermek” bakınız hem içsel anlamda bir huzur ve güven duyuyor, hem de bir taraftan güven veriyor.
Bu manada mesela özellikle Allah Teala’nın El-Mü’min ismi şerifi gerçekten son derece önemli.. Çünkü Mü’min güven veren peki hangi bağlamda mesela hayatı yaratması kadar hayatın sürdürülebilirliğini sağlaması bağlamında tüm insanlara güven veren El-Mü’min Allah Teala’nın isimlerinen yani hayatı yaratması yanı sıra sürdürülebilirliği içinde tüm insanlara güven veren…
İkinci olarak mü’minlere yani iman edenlere güven veren ki bu manada
وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ (Âl-i İmrân Suresi ayet:68) buyruluyor. “Allah mü’minlerin velisidir.” Mü’minlere..
Yani يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ (İbrahim suresi ayet :27) bağlamında “Onların ayaklarını sabit kılar” anlamında. Mü’minlere yani iman edenlere bir güven veren El-Mü’min.. Bir de mü’min kelimesinin az önce söylemiş olduğumuz tasdik eden onaylayan anlamı bağlamında Allah Teala’da kendisinin birliğini ve elçilerini özellikle Muhammed alehisselatu vesselam’ın kendisinin elçisi olduğunu bildirdiği için tasdik eden, onaylayan.. yani hem Kendisi’nin birliğini, tevhidi hem de peygamberlerinde ve peygamberimizin elçisi olduğunu bildirmesi bağlamında tasdik eden El-Mü’min…
Sonra mesela yine bu manada Kureyş suresinde (ayet:4) وَآمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ bakın burada “آمَنَهُم” “korku içinde iken güven veren, onlar korku içerisinde iken onlara güven veren”وَآمَنَهُم
Yine mesela bu bağlamda mü’min kelimesinin hala sözlük manasını konuşuyoruz bugün hem içsel güven duyuyor hem güven veriyor.
المسلم من سلم المسلمون من لسانه ويده “Mü’min o kimsedir ki diğer mü’minlerin diğer insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” insanlara güven veriyor. (Hadisi şerif)
اَلمُؤْمِنُ مَنْ اَمِنَهُ النَّاسُ عَلَى دِمَائِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ “Mü’min o kimsedir ki kanları ve canları konusunda güven veren” (hadisi şerif) Bakınız burada da güven verme anlamı bir bağlamda mü’min de bulunmuş oluyor; mana olarak ve bunların hepsi sözcük bağlamı anlamında ortaya çıkan anlamlar.
Peki istilahi mana olarak nedir diyeceksek, işte istilahi olarak iman kelimesinin özellikle Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda bu zıddı inkar olan imanın be harfi ceriyle yani ilgecine İngilizce bilenler için proposiation’la müteaddi olduğunu yani geçişli olduğunu görüyoruz.
Fakat bakınız ve آمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ ayetin de آمَنَهُم doğrudan nesne aldı harfi cer almadı. Fakat يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ be harfi ceri aldı
Şimdi soru İman kelimesi zaten müteaddi ve if’al babında ee o zaman neden bu harfi cer alıyor.?
İman yani biz istilahi manasında inanmayı kastettiğimizde neden ayrıca be harfi cer alıyor.?
Mesela يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ be harfi cer geldi bakın يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ bil bi..
Mesela çocukken ezberlediğimiz “Amentü billahi ve melâiketihi..” bi… “Amentü billahi” neden burada be harfi cer geliyor kendisi muteaddi, kendisi ifal babında zaten ifa’al babında olanın harfi cer almaması gerekiyordu.
İşte burada karşımıza tazmin dediğimiz bir olgu çıkıyor. Peki bu tazmin dediğimiz şey ne.. bu harfi cer;
harfi cerin muteallak olduğu manalarda işin içine ma’rifeti, iz’anı ve yakînin ortaya çıkmış olması..
Şimdi o zaman bunları biraz daha açmak gerekecek Şöyle söyleyeyim şimdi biz iman dediğimizde kalben tasdik demiştik.
İman nedir? Kalbi tasdik yani kişinin gönülden onaylaması demek,
Kalben tasdik, tasdik ne demek, bir şeye “…..dır” diye hüküm etmek hatta bu konu ile ilgili bir beyt söyleyeyim ben size ;
“İkrakun müfretun tasavvuran …. metaku nisbetin bi tasdikin nusim “ bu şu anlama geliyor. “Objeleri kişinin tek tek düşündüğü objelerin canlanmasına biz tasavvur” diyoruz.
Mesela kalem dedik.. işte aklımıza hemen kalemin şekli geldi. Zihnimizde bir mana oluştu buna “tasavvur” diyoruz.
İki obje arasında bir hüküm vermeye nisbeti birleştirmeye, nisbet hakkında hüküm vermeye mesela kalem mavidir, kalem siyahdır. Şeklinde “…dır.” diye hüküm etmeye tasdik denir. Metaku nisbetin bi tasdikin nusim” nisbetin idraki yani iki obje arasındaki o bağıntıyı idrak etmek, “tasdik” olarak isimlendirilir.
Peki bu manada biz iman üzerinde biraz düşünelim. Mesela bir kişi Allah Teala’nın Rabbi olduğunu bilse ve Muhammed aleyhisselam’ın O’nun elçisi olduğunu bilse Kur’an-ı Kerim’in onun kitabı olduğunu bilse; eşittir iman etmiştir; diyebilir miyiz? Diyemiyoruz….
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Bakınız ayeti kerimeye; بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا (Bakara suresi 146)
“Kendilerine kitab verdiğimiz bu kimseler peygamberimiz döneminde yaşayan o Yahudiler ve Hristiyanlar, يَعْرِفُونَهُ Hazreti Peygamber’in peygamberliğini biliyorlar. كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ Kendi oğullarını bildikleri gibi yani bir kişi kendi oğlunun oğlu olduğunu bilir, çocuğunun çocuğu olduğunu bilir. Peygamber’in peygamber olduğunu Allah Teala’nın Rabbi olduğunu bilmesi eşittir iman ettiği anlamına gelmiyor. Yani bilgi şart ama yeterli değil. Yani “kalem mavi..dir” diye bilmek, hüküm etmek kalemin mavi olduğuna iman etmek anlamına gelmiyor.
Şimdi bakınız; ebu Cehil ile ilgili hepiniz bildiği bir örnek; Peygamber aleyhisselatu vesselam’a tuzak kurmuştu. Sonra Peygamber aleyhisselatu vesselam Cebrail haber verince tuzağa düşmekten kurtuluyor, son anda evin önündeki (ebu Cehil’in) kazmış olduğu kuyuya Peygamberimiz Cebrail aleyhisselam haber verince geri dönüyor ve ebu Cehil kazmış olduğu kuyuya kendisi düşüyor ve Cebral’in O’na (Peygamber’e) bu bilgiyi haber verdiğini açık bir şekilde itirafta ediyor. Fakat hiç kimse ebu Cehil iman etti diyemez. Peki o zaman eksik olan ne…
İşte eksik olan iz’an.. yani bilgi olacak bilecek artı iz’an peki iz’an nedir?
İşte Azam Ebu Hanife rahimehullahi aleyh bunu ihlas ve islam olarakta açıklıyor İz’anı…
Peki ihlas ve İslam bu anlamda nedir?
Şuurlu bir şekilde yani bilinçli bir şekilde saygılı içsel boyun eğme, yani iz’an dediğimiz, kişinin içsel bağlamda boyun eğmesi,
Bakınız iblisin, şeytanın kafir olma sebebi nedir?
Allah Teala’nın emrini hafife almasıdır, secde emrini hafife almasıdır. Orda Adem aleyhisselam’a secde etmesi emredildiğinde, Adem aleyhisselam mescudun ileyh dir. Yani asıl mesele Allah’ın emrine secde etmesi istenmişti. Adem aleyhisselam sadece secde edileceği esnada yöneleceği yeri…
Biz namaz kılarken Allah’ın emrine secde ediyoruz, Kabeye yöneliyoruz, Ka’be’nin taşına toprağına tapmıyoruz Haşa!
Biz Allah’ın emrine secde ediyoruz. Aynı şekilde iblis mescudun ileyh olarak, Allah’ın emrine secde edecekken Adem aleyhisselam’a dönecekti. Fakat “ben ateştenim O topraktan ben niye O’na döneyim” diye emri hafife aldı. Hafife almak iz’an’ın yokluğudur. İz’an içsel saygılı boyun eğme idi. Hafife almak bunun zıddı işte bundan dolayı iblis ne oldu Ayeti Kerime’de وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ (Bakara suresi ayet:34) kafirlerden oldu.
O zaman demek ki iman kalbi tasdiktir yani onaylamadır dediğimizde fakat bu onaylamada bir marifet olacak yani Allah Teala’yı tanıyacak ki iz’an yani içsel boyun eğme olacak yani zıddı hafife alma olmayacak, hiçbir mü’min mü’min olduğu halde Allah’ın emirlerini ve yasaklarını hafife alamaz. Bakın günah işleyebilir, ayağı kayabilir, zelle yapabilir. Fakat Allah Teala’nın emrini herhangi bir mü’minin, yada Allah Teala’nın koymuş olduğu yasağı hafife alamaz. Mü’min olduğu halde bunu yapamaz, yapmışsa mü’min değildir.
Bakınız zaten şeytanın kafir olması sebebi de bu hafife alma meselesidir. Yoksa secde etmemesi değil, hafife alarak secde etmemesidir. Eğer sadece secde etmemesinden dolayı kafir oldu yani secde Adem’e yönelmemesinden dolayı kafir olmuş olsaydı, Allah’ın herhangi bir emrini yapmayan kişinin de direk dinden çıkması gerekirdi. Mesele hafife almasından kaynaklı olarak kafir oldu, hafife alması, kendini büyük Allah’ın emrini küçük gördü.
Peki burada üçüncü bir unsur “yakîn” yine İmam Azam Ebu Hanife gerek İmam Maturudi özellikle yakînin altını çizer. Peki yakîn ne demek?
Şübhesizlik, çünkü kişide şübhe varsa imanı yoktur, iman varsa şübhe yoktur.
Peki bu yakînin mertebeleri var mı?
Var.. üç mertebesi var mesela Van gölünü hiç görmeyen birisi olarak Van gölünün varlığı hakkında hiçbir şübhem yok, buna ilmen yakîn diyoruz, gittik bir gün gözümüzle gördük suyuna elimizle elledik buna aynel yakîn diyoruz. İçine düşüp boğulduk buna da Hakkel Yakîn diyoruz. Bunun örnekleri Kur’an-ı Kerim de mevcud yani İlmel yakîn, Aynel yakîn, Hakkel yakîn mertebelerinin örnekleri Kur’an-ı Kerim’de mevcut.
Şimdi konuyu toplayacak olursam yani iman kalbi tasdiktir. Fakat buradaki tasdikten kasdımız marifet, yakîn ve iz’an ile onaylamadır. Yani bu üç unsur ile birlikte kişi tasdik ettiğinde bize imanı veriyor. Yoksa sadece bilgiye dayalı veya sadece iz’an var bunlar bize imanı vermiyor, sevgili hocam..
İmam Azam Ebu Hanife’nin özellikle El Alim vel Mutallim adlı eserinde kendisine öğrencilerinden Ebu … Semerkandi; iman ile ilgili sorularında İmam Azam Ebu Hanife burada açıklamalar yapıyor ve bu açıklamaları siz kelam kitaplarında ayrıntılı bir şekilde, hem Eş’ari hem Maturidi kelam kaynaklarında derinlemesine bilgi bulmanız mevcud…
Şöyle söyleyeyim; özellikle bu ma’rifet kısmı ile ilgili alakalı da.. son derece bilgi
Mesela burada özellikle ilim demiyor ma’rifet diyor. Ma’rifet irfan kökünden gelen bir bilgidir, ilim o da bilmek, irfan o da bilmek, fakat neden ma’rifet dendi. Çünkü ma’rifet cüz’i bir bilgidir. Tanımak anlamında bir bilgidir, biz Allah Teala’nın Zat’ını, Zat’ının sırrını bilmekten aciziz.
Bakınız Hazreti Ebu Bekr radıyallahu anhum’un bir beyti var bu konuyla alakalı şiiri var, “el aczu an der ikrakun idrakun vel ba’su an ….. işrakun” diyor. Ebu Bekir radıyallahu anhu; “el aczu” aciz olmak, “an terkil idraki” idraklerin Allah’ın Zat’ının Sırrı’nı idrakten acizliğini idrak etmesi, yani ben Allah Teala’nın Zat’ının sırrını idrak edemem bundan acizim diye idrak etmesi, “idrakun” doğru idraktir. “Vel ba’su an sırrı” Aksi takdirde Allah’ın zatının sırrından bahsetmek “işrakun” şirktir.
Bununla ilgili bakınız firavun ile Musa aleyhisselam arasında geçen Kur’an-ı Kerim’de güzel bir örnek var. Firavun hani Musa aleyhisselam soruyor “Ve ma Rabbül alemin” Senin bizi davet ettiğin alemlerin Rabbi olarak söylediğin Rabbin ne, neyden, çünkü onun kafasındaki tanrı tasavvuru bakınız, altından mı gümüşten mi ağaçtan mı tahtadan mı, veya etten kemikten mi senin bu Rabb’in neyden olduğunu soruyor firavun.. Peki Musa aleyhisselam nasıl cevap verdi. Sıfatlarıyla… “O ki göklerin ve yerin arasındaki olanların Rabbi’dir. O her şeyi yaratandır.” Hep bakınız Şuara suresinde sıfatlarıyla cevap veriyor hatta firavun bu arkadaşımız mecnun bu benim sorumu anlamıyor. Halbuki soruya tam da verilmesi gereken cevabı veriyor. İşte Ebubekir radıyallahu anh’ın Allah’ın Zat’ını idrakten, benim zihnim sınırlı, sınırlı olan sınırsızı kavrayamaz, idrak edemez, O’na ulaşamaz. Ben hadisim, hadis kadimi idrak edemez. Bundan aciz, Peki bundan dolayı ““el aczu an der ikrakun ……” …… idraklerin Allah’ın Zat’ının Sırrı’nı idrakten acizliğini idrak etmek, doğru idraktir, İslam adına doğru yolda, aksi takdirde O’nun Zat’ının sırrından bahsetmek, mesela O ışık gibidir yada ışıktır yada şudur, budur gibi herhangi bir şeye düşmek “لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ” (Şura suresi ayet:11)
“O mahlukundan hiçbir şeye benzemez” Ayeti Kerime’sine zıt düştüğü için bakınız Ebu Bekr radıyallahu anhum’un ifade ettiği gibi, mahlukuna yarattıklarına benzemiş oluyor, ışığa yada başka bir şeye kafasında oluşturduğu şeye benzetmiş oluyor. O’na ortak koşmuş oluyor yani şirk koşmuş oluyor. Bu konu ile ilgili başka bir hadisi şerifte de Peygamber aleyhissalatu vesselam “Küllü mâ hatara bi bâlik vallahu gayru zâlik”
bil ki “Küllü mâ hatara bi bâlik” Allah’ın Zat’ı ile ilgili aklına ne gelirse gelsin, “vallahu gayru zâlik” Allah ondan başkasıdır, o değildir. Bakın bu hadisi şerifte son derece açık ve net. Şimdi bir taraftan biz diyoruz ki imanın iman olabilmesi için ma’rifet iz’an ve yakînin oluşturduğu tasdik gerekiyor. Amma bu ma’rifette Allah Teala’yı bilmek tanımak ama bir taraftan diyoruz ki O’nu bilmekten aciziz imkansız.. o zaman nasıl tanıyacağız.
Sıfatlarıyla tanıyacağız…
Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu sıfatlarıyla tanıyacağız. İşte bu sıfatlarla Allah Teala’yı kişi tanıdığında O’nun Faili Muhtar olduğunu anlamış olacak. Hiçbir şeyin, O’nun dışında hiçbir şeyin gerçek sebep olmadığını Müsebbibül Esbab sebebleri sebeb kılanın O olduğunu idrak etmiş olacak.. İşte bu manada Bütün olgulara baktığında bu onun bütün mayasını değiştirecek. İşte İman öyle bir cevher ki insanın gerçekten dünyaya bakışını tamamen anlamlandıran ve insanı gerçekten bir insan yapan yani kulluğunun bilincine varmasını sağlayan bir olgu olarak, bir cevher olarak karşımıza çıkmış oluyor. İman..
Soru: Tasdikin içerisinde iz’an’ın yani hafife almamanın gerekli olduğunu söylediniz ve bunu iman içerisinde değerlendirdiniz. Peki muamelatlarda ibadetlerde böyle bir şeyde geçerli olur mu hocam? Bu sadece iman için geçerli bir durum mudur?
Hayır.. Hayır.. Bu Allah Teala’nın hatta bununla ilgili bahsetmiş olduğum kaynaklara bakılabilir. İmam Maturidi’nin eserlerine bakılabilir. Bir mü’min, mü’min olduğu halde Allah Teala’nın herhangi bir yasağını emrini hafife alamaz. Bakın yapabilir. İşleyebilir fakat hafife alamaz.. Hafife almak içsel kalbi bir eylem bu iz’anın zıddı.. Bakınız. İblisin yani şeytanın kafir olma sebebi secde etmemesi değildir. Eğer zaten secde etmemesi derseniz.
“Allah’ın emrini terke etti kafir oldu derseniz. Amel imanın cüzüdür. Allah’ın herhangi bir emrini terk eden mesela oruç tutmadı dinden çıktı demiş olursunuz. Allah’ın emrini terk etti veya yalan söyledi Allah yalan söylemeyin diyor yalan söyledi Allah’ın emrini tutmadı kafir oldu demeniz gerekir.”
Piyasa da Müslüman bile kalmaz. Halbuki bu değil Amel imanın cüz’i değildir. İblisi kafir yapan Allah’ın emrini hafife almasıdır.
Mesela şöyle bir örnek vereyim daha açık ve net olsun. Bir insan düşünün içkinin haram olduğunun idrakinde yaptığının suç olduğunun bilincinde ama buna rağmen nefsine uyuyor ve bu içkiyi içiyor. Ama içinde “Ya Rabbi beni bu haramdan kurtar var..” onu helal saymıyor Allah’ın emrini hafife almıyor.. bu kişi günahkarda olsa Müslümandır. Ama bir kişi düşünün içki içmese bile “ya bu zamanda iki kadeh atıversen ne olur” ve saire falan gibi hafife alıyorsa bununla ilgili yani Allah intibahlar versin diyoruz.. Allah hidayet etsin diyoruz…
Onun için zaten İmam-ı Azam Ebu Hanife bu iman konusunu anlatırken hatta Semerkandi’nin bazı itirazları var. El Alim vel muteallimde onlara çok güzel cevaplar veriyor. Ve İmanı tanımlarken tasdik, marifet, yakîn, ihlas ve bizim karşımızdakine Müslüman diyebilmemiz içinde ikrar yani diliyle belirtmesi yani diliyle belirtmezse ne olur; Allah katında Müslümandır fakat biz ona Müslüman muamelesi yapamayız. Çünkü ben diliyle söylemediği, ben hiçbir alamet görmüyorsam hüküm zahire göredir kalbini nerden bilelim yani. O’na Müslüman muamelesi yapabilmemiz için ikrar şarttır diyor. Yani ikrar aslında imanı gerçekten onu o yapan der değil. Bizim ona Müslüman diyebilmemiz için bir şart hükümler zahire göre olduğu için..
İman tasdiktir bu tasdikte mantıktaki tasdik değil, yani sadece bir bilme eylemi değil.. İşin gönül boyutu da var sadece bir biliş değil gönül boyutunu da kapsayan marifette var bunda yakîn de var iz’an da var..
Ve bakınız bizde ma’rifet son derece önemli bilmeden iman etmek değil bilerek iman etmek Arap dilinde önceye gelen öncelik alır..
Bakınız فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰه (Muhammed suresi:19.ayet) Fa’lem = فَاعْلَمْ kelime-i Tevhid-i mef’ul olarak alıyor. Yani bilerek iman etmenin altı çiziliyor. Bilerek yani Allah Teala’yı tanıyarak O’nun sıfatlarını bilerek kişinin iman etmesinin altı çiziliyor, vurgulanıyor kıymetli hocam,
Moderatör: İkrar dediğimiz şey, sadece bilginin dile gelmesi görünür hale gelmesi değil, aynı zamanda bilginin ma’rifetin, tasdikin, iz’an’nın bütün bunların bir yansıması olarak dışarı çıkması lazım. Çünkü mesela şeytanı örnek olacak olursak bunlar bilgiye sahipti. Munafıklar, müşrikler bunların hepsinde bir bilgi var…
Hata ebu cehilin örneğini verdim hatta Ayeti Kerim’e “Kendilerine kitap verdiğimiz o kimseler Hazreti Peygamber’in peygamber olduğunu kendi oğullarını bildikleri gibi biliyorlar, ama mü’min değiller..
Çünkü içsel boyun eğme yani iz’an yok yani islam yok.. hatta bu bağlamda İslam ve iman aynı şeyi ifade eder, diyor İmam-ı Azam istilahi olarak, sözlük olarak farklı ama ıstilahi olarak aynı manayı ifade eder diyor.. Çünkü bir kişinin içsel anlamda boyun eğmesi yani teslim olması yani iz’an sahibi olması mü’min olması demek.. mü’min olması demek içsel gönülden boyun eğmesi manasına geliyor yani Mü’minse Müslümandır Müslüman ise mü’mindir. Yani Mü’min olan Müslüman değil olamaz..
Mü’mindir deyip Müslüman değil derseniz.. Mü’mindir ama gönülden teslim olmayıp içi farklı düşünen demektir. Bu Müslüman mü’min değil bu münafık olur. Mü’min deyip Müslüman değil ne demek..
İslam istilahi anlamda içsel boyun eğme demek, amel değil, içsel boyun eğme içsel boyun eğmeden dolayı kişi namaz kılar. Namaz kıldığı için içsel boyun eğme değil, içsel boyun eğdiği saygıyla boyun eğdiği Allah Teala’yı Rabb kabul ettiği için namazını kılar oruç tutar.
Moderatör: İbadete bir sonuç, imanın bir sonucu oluyor.
Tabiki amel sonuç olmuş oluyor. Amelinden dolayı mü’min oluyor değil, Mü’min olduğu için amel ediyor. Dolayısıyla İslam içsel teslim olmanın ismi; istilahi manada… sözlük anlamında değil. Sözlük anlamında fark var hatta Hucurat suresinde
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ (Hucurat Ayet:14)
o Bedevi meselesini hepiniz biliyorsunuz hani biz teslim olarak ellerini kaldırıp; biz iman ettik diyorlar. Bu şekilde (ellerini teslim olmuş şekilde baş hizasında iki elini kollarıyla birlikte kaldırmak) teslim olmak; iman etmek değil sözlük olarak teslim olmak…. İstilahi olarak teslim olmak… bu değil.. yani buradaki İslam ile iman sözlük anlamında kullanıldığı için.. buradaki İslam kelimesi sözlük anlamında kullanıldığı için İman dan farklı..
قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَ “İman olduk demeyin İslam olduk değin” var ya ordaki teslim olma şekli şu şekilde teslim olma şekilde (ellerini teslim olmuş şekilde baş hizasında iki elini kollarıyla birlikte kaldırmak) fakat islam istilahi olarak böyle teslim olmak değil.. Siz bana silahı doğrulttuğunuzda ben böyle yaparım. Ama bu içsel manada size teslim olduğum manasına gelmiyor., iz’anım olduğu anlamına gelmiyor.
Şimdi sevgili hocam.. Bakınız Kur’an-ı Kerim de iki yerde bakınız. Nahy süresi 42 ayet ve Ankebut suresi 59. Ayet
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ (Nahy süresi ayet:42) buyuruyor. Cenab-ı Hakk “Elleżîne saberû ve’alâ rabbihim yetevekkelûn(e)” “ki onlar sabretmişlerdir ve Rabb’lerine tevekkül etmektedirler” buyuruyor. Tevekkül yani O’na güvenip dayanmaktadırlar demek sabretmek..
Şimdi bu konuya alakalı Fahreddin Razi’nin çok güzel “mefatul gayb” adlı eserinde güzel bir açıklaması var sevgili arkadaşım.. diyor ki;
Cenab-ı Hakk bu ayette diyor ki; sabır ve tevekkül olmak üzere iki şeyi bir araya getiriyor, iki şeyden bahsediyor. Çünkü biz zaman açısından olaya baktığımızda kendimiz bağlamında yaşadığımız olayla karşı karşıya geldiğimizde zamansal olarak bunu değerlendirdiğimizde üç zaman söz konusu diyor. Geçmiş Zaman Şimdiki Zaman Gelecek Zaman..
Şimdi; geçmiş zaman ile ilgili bir emrin verilmesi veya bir şeyin yasaklanmış olması zaten söz konusu değil. Çünkü geçmiş geçmiş.. yani geçmiş ile bir emir vermek düşünülemez. O zaman diyor geriye iki zaman kaldı. Şimdiki zaman, hal ve gelecek zaman…
Diyor ki bir musibet kişinin başına geldiğinde şimdiki zamanda ona düşen bakınız Ayeti Kerime sabır ve tevekkül demişti. Sabretmek…
Başına ilk anda bela geldi, o belanın Peygamberimizin açıkladığı üzere sabır “ille Sabret-il Ula’ yani ilk belanın çarpması esnasında daha sonra değil o anda, o anda çarpması esnasında kendisini tutacak, isyan etmeyecek feryat figan etmeyecek, tabi bundan önce tedbirlerini alacak ama tedbirlerini almış olmasına rağmen bir şekilde başına geldi veyahut hiç ummadığı bir yerden başına geldi o anda isyan etmeyip sabredecek, şimdiki zaman….
Gelecek zaman ile ilgili de tedbir ve tevekkül bağlamında tevekkül ile birlikte tedbirini alacak burada bakın şunun altını çiziyorum. “Tevekkülle birlikte tedbirini alacaktır” ifadesinin altını çizmek istiyorum. Neden..
Çünkü biz eğer şöyle konuşuruz bakın hani meşhur hepimizin bildiği bir hadis-i şerif bir adam Peygamber aleyhisselatu ve selam a geldi “Ya Rasulallah devemi bağlayayım da mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa devemi salıp o şekilde mi Allah’a dayanıp tevekkül edeyim? Peygamber aleyhisselatu ve selam ne buyurdu. Arapçasıyla “akilha ve tevekkel” “ikkilha ve tevekkel” önce işini sağlam yap sonra tevekkül et mi? Hayır.. bakın bir daha okuyayım.
“Ikkılha ve tevekkel” tevekkül ettiğin halde sağlam bağla tabiki siz oraya sümme koyamazsınız ki mesela bir genç..
Moderatör: Allahu Ekber..Bizim tecrümelerde önce bağla sonra tevekkül et var.
Bakız size arapçasını söylüyorum “Ikkılha ve tevekkel” tevekkül ettiğin halde bağla yani tevekkül sizin yapmış olduğunuz eyleminizi başından sonuna kadar kuşatan bir eylemdir.
Moderatör: Yani vavu hariye mi olarak alacağız hocam orayı hal mı yapıyorsunuz?
İstersen vav ı atıf al yine sümme anlamını veremezsin.
Moderatör : yani takibiye falan diyoruz, bir şekilde..
Vav ın terkibe delalet ettiği nerde görülmüş hocam.. fe olsa olabilirdi sümme olsa olabilirdi
Yani bir örnek vereyim işte bir öğrenci düşünün üniversiteye önce iyi çalış sonra tevekkül et değil.. Allah’a tevekkül ettiğin halde güzelce çalış Allah’a tevekkül ettiğin halde adımını sağlam at.. önce adımını sağlam at sonra tevekkül et değil.
Moderatör : O zaman bu tevekkül sürecin ayrılmaz bir bütünü bu tevekkül dediğimiz şey.
Zaten sevgili Hocam yemeği yerken önce besmele çekiyorsun, önce karnımızı doyuralım sonra besmele çekelim değil yani.. kapıdan çıkarken “Bismillah tevekkeltü alAllah” diyorsun yoksa önce işimi halledip dönerken kapıdan dönüşte tevekkül edelim değil yani..
Şimdi işte bu bağlamda kişi her anını Allah Teala’nın bildiği gördüğü müşahede ettiği manada kendisini kontrol altında tuttuğu anda işte başına musibet gelse bile sabr edecek.. musibet gelmeden önce tedbirlerini alacak fakat bu tedbirleri alırken bile bir Müslümanın tedbir alması şöyledir.
Hiçbir şekilde hiçbir olayın Allah’ın ilmini iradesinin kudretinin ve tekvin sıfatının dışına çıkmayacağına idrak ettiği halde tedbir alması gerekiyor. Aksi takdirde sebebi putlaştırmış olur. Sebebi Allah’ın yerine koymuş olur.
Moderatör : Hocam. Bir daha burayı tekrar alabilirmiyiz? Burası çok önemli..
Şöyle ki bir kişi Faili Muhtar olarak Allah Teala’ya iman ettiği için sebebleri sebeb kılan Allah Teala olduğu için yani şöyle söyleyeyim daha açık olsun.
Şu kainattaki gördüğünüz hiçbir sebeb aslında gerçek sebeb değildir. Allah Teala onu sebep kıldığı için sebeptir.
Eğer ateş yakılıcılıkta gerçek sebep olsaydı. İbrahim aleyhisselam ateşe atıldığında yanmama ihtimali yok… Ateş yakıcılıkta gerçek sebep değildir.!!!
Allah yaktırttığı için.. bakın bu şuura sahip olan bir insan kanserin son merhalesinde olsa dahi mesela ve bütün doktorlar senin bir hafta ömrün kalmış dese bile o gerçek sebebin bu hücreler olduğunu yada doktorlar olup olmadığını bildiğinden dolayı gerçek sebebin Allah Teala olduğunu bildiğinden dolayı hep bir ümidi olur. Ben bittim gittim demez.. yani olayın psikolojik bağlamında da olayın değerli bir yönü var kişiye kattığı kazanç bağlamında da yıkılmaz. Çünkü neden peki netice itibarıyla Allah Teala’nın takdiriyle olduğunu olacağını bilir olmaya da bilir. Çünkü o hücre veya başka şey onun gerçek sebebi değil gerçek sebep onu sebep kılan Allah Teala’dır.
Hatta yine İmam Azam Ebu Hanife’nin ifadesiyle Müslüman köpekten korkabilir, ama Müslümanın aslında köpekten korkması köpekten korkmak değil, Allah’ın o köpekle kendisini imtihan etmesinden korkmasıdır.
Moderatör : Subhanallah!! Subhanallah!!
Mesela bir sel afetinden korkabilir diyor veya bir yırtıcı hayvandan akrepten korkabilir. Bütün bunlarda kişi müşrik olmaz. Allah’tan başkasından, birşeyden korktu diye dinden çıkmaz. Çünkü bir mü’min hakikatte bunların bizatihi kendisinden değil, Allah’ın kendisini onunla imtihan etmesinden korkar. Çünkü mü’min netice itibarıyla Allah Teala’ya iman ettiğinden dolayı bir yaprağın dahi Ayeti Kerime de geçtiği üzere; bir yaprağın dahi düşmesinin O’nun ilminin iradesinin dışına çıkmadığı herşeyin onun ilminin iradesinin kudretinin takdirinin neticesinde olduğuna inanan kişidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’e iman ediyor. Faili Muhtar olduğuna inanıyor.. Müsebbibül Esbab olduğuna inanıyor..
İşte bu bağlamda bir Müslümanın başına gelen bir şey ona direkt bela olsun nimet olsun kar olmuş oluyor sevgili hocam.. Hatta bu manada Niyazi Mısri’nin hani şu günlerde çaldıkları bir ilahisi var “Derdime derman arar idim derdim bana derman imiş. Aslında bir kişi mesela başına gelen bir sıkıntının kendisinin günahlarına kefaret olduğu yani derecesini yükselttiğinin şuuruna varmış olsaydı o zaman yani o derdin kendisine derman olduğunu idrak edecekti.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ي
Burada Bakara suresinde geçen ayetler var meal olarak söyleyeyim “Mutlaka biz sizi biraz korkutup … deneriz diyor Allah Teala.. sabredenleri müjdele!..
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ “Onlar öyle kimselerdir ki başına bir musibet geldiğinde إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” yani “biz Allah’a aitiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz derler. İşte Rabbleri tarafından bol ma’rifet ve rahmete mazhar olanlardır. Hidayete erenler de ancak onlardır.”
Bakınız muttefikun aleyh bir hadisi şerifte de; Peygamberimiz bir müslümana herhangi bir “nasab” bu nasab kelimesi zahmet meşakket demektir. Bir Müslümanın başına bir nasab gelse veya vasab gelse vasab hastalık bir ağrı, ağrı çekmesi, hastalık çekmesi veya hemm gelse buda keder, sıkıntı demek; eza gelse, üzüntü demek veya gal gelse hadisi şerifte.. hatta kendisine bir diken dahi batsa Allah bunu onun günahına keffaret yapar diyor. İşte Mü’min olan ona sabrettiği için ve Allah Emr ettiği için tedbiri aldığından dolayı..
Ama tedbir almış olmasına rağmen yine o hastalık geldiyse ve yine de sabr ettiyse yani isyan etmediyse Allah Teala’ya sığındıysa .. bakın hepsi burada mü’mine kefaret olarak geliyor.
Yine başka bir hadisi şerif : Allah Teala mü’minler için… şöyleki diyor:
Kendisine bir hayr veya bir iyilik olursa Rabbine hamd eder şükreder. Bu onun kefareti olur. Başına bir müsibet gelse yine Rabb’ine hamd eder, sabr eder..
Her durumda hatta hanımının ağızına koyacağı bir lokmadan dahi onun için bir kefaret vardır, diye buyuruluyor.
Yani netice olarak aslında herkes Allah’ın kuludur. Allah dışında her şey Allah Teala’nın yaratması ile var olmuştur. Herkes Allah Teala’nın kuludur. Fakat burada esas olan kişinin Allah’ın kulu olduğu idrakinde farkındalığında olması..
hatta biz bundan dolayı her namazda Peygamber aleyhisselatu vesselam’a “abduhu ve resuluhu” diyoruz. Abdullah…
önemli, Allah’ın kulu olduğunun şuuruna varabilmesi için
Üstazım rahmetullahi aleyh derdi ki “Hakperest olmayan putperest olur” derdi.
Gerçekten kişi Abdullah değilse, bakınız eğer Allah’ın kulu olduğunun farkında değilse o zaman başka bir şeyin kulu olmuş demek, yani Abdullah değilse, … abduldünya’dır veya abdulmide’dir, midesine düşkün, yani artık kişi servetinin makamının hırsının arzu ve hevesinin, aklının kulu olmuştur.
Yani neticede kişinin Allah’ın kulu olduğunun farkında olabilmesi..
Bu dünyada veyahut öbür dünyada mutlaka Allah Teala’nın onu mükafatlandıracağını biliyor, bu dünya hayatının bir imtihan olduğunu biliyor.
Konuşmacı: Prof. Dr. Hasan Tevfik Marulcu
Üniversitenin hazırlamış olduğu programdan alınmıştır.