بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Müslümanın Vazifesi


İslam Dinine teslim olmak, Müslümana yirmi üç vazifenin yerine getirilmesini gerektirir:

1-Dinin gerektirdiği birinci vazife, ihlas üzere Tevhide yani kelime-i şehâdete inanmaktır; o da:  "Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu” demekten ibarettir.
Yani "Gerçekte azabından korkulan, Zâtı'yla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan Allah'tan başka hiçbir ma'bud olmadığına şehadet ederim; yine gerçekte Muhammed'in de O'nun Kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederim = hak ve gerçek olduğuna hükmederim." demektir.

Bu suretle şehadet eden kimse:

H.23- "Kim, gerçekte Allah'tan başka ilah = hakiki ma'bud ve mahbub olmadığına ve hakikaten Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ederse, Allah kendisine ateşi haram kılar." buyrulan hadis-i şerifle müjdelenmektedir.

Bundan böyle Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

H.24- "Ey Hâtem Adi! ihlas üzere teslim ol; selamet bulursun = ebedi olarak ateşte yanmaktan kurtulursun" buyurduğunda Adi bin Hâtem:

"İslam nedir?" diye sorunca, Rasulullah'ın:

"Allah'tan azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan hiçbir ma'bud olmadığına ve gerçekte Benim Rasulü olduğuma şehadet edersin; kaderlere: “Hayr olsun şer olsun, tatlı olsun acı olsun, hepsinin Allah'ın hükmüyle olduğuna inanırsın.” diye buyurduğu üzere İslam'ın en büyük şubesi: İçtenlikle inanmak şartıyla şehadet kelimesini getirmek; hayr olsun şer olsun, tatlı olsun acı olsun, her şeyin Allah Teâlâ'nın hüküm ve kazasıyla yani yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.

2-Dinin gerektirdiği ikinci vazife, Rabbini görürcesine ta’dil-i erkan üzere namaz kılmaktır. Hadis-i şeritte:

H.25- "Namaz Dinin direğidir." "Kim onu dimdik tutarsa, gerçekte o dinini ayakta dimdik tutmuştur. Kim onu terk ederse, gerçekte o Dinini yıkmış demektir." diye buyrulduğu üzere ta’dil-i erkan üzere namaz kılmak, gerçek imanın ve İslam Dinine teslim olunulmasının alâmetidir.

3-Dinin gerektirdiği üçüncü vazife, gönül hoşluğuyla zekatı müstehaklarına vermektir.

Hadis-i şeritte:

H.26- "Zekat yani helalden, kazanılan maldan belli bir cüz'ü belli şahısların mülküne geçirmek, İslam binasını taşıyan kemerdir = köprüdür." buyrulmaktadır. Demek namaz kılmak, İslam binasının kolonu; gönül hoşluğuyla zekat vermek, binayı taşıyarak kolon üzerine gelen kemerdir.

4-Dinin gerektirdiği dördüncü vazife, ihlas üzere ramazan orucunu tutmaktır.

Hadis-i şeritte:

H.27- "Oruç, Allah'ın azabından koruyan kalkan ve siperdir." buyrulmaktadır.

5-Dinin gerektirdiği beşinci vazife, kimseye eza cefa vermeksizin helal kazançla ihlas üzere hac yapmaktır. Zira hac, İslam şehrinin suru ve evin avlusu mesabesindedir; her tabakadan Müslümanları bir araya getirip kaynaştırmaya vesiledir; İslam bütünlüğünü sağlar. Bunun için yerli yerinde hac yapan Müslüman:

H.28-"Kim, hacca aykırı = temas ve sebeblerinde bulunmaksızın ve günah işlemeksizin hac yaparsa, günahlarından çıkıp anası onu doğurduğu gün gibi olur." buyrulan hadis-i şerifle müjdelenmiştir.

6-Dinin gerektirdiği altıncı vazife, cihaddır. İslam binasınının çatısı mesabesinde olan cihad: İslâmi bütün hakları korumaya çalışmak, din ve insanlığa hizmet etmek, zalimi, câniyi susturmak, zaifi, mazlumu korumak, islâmın yaşanmasını engelleyenlerle savaşmaktır. Bundan böyle,

H.29-"İçtenlikle Kendisi’ne iman etmekten ve rasullerini doğrulamaktan başka amaçla evinden çıkmayan kimselere, Allah ya sevab ve ğanimetle evlerine dönmelerini, yahud da cennete girme yollarını kolaylaştırmıştır." diye buyrulan hadis-i şerifle, cihad edenler evlerine döndülerse dünyada ğanimet ve sevabla, şehid oldularsa ahirette cennette müjdelenmişlerdir.

7-Dinin gerektirdiği yedinci vazife, ma'rufa= Allah Tealâ'nın emrettiği ve güzel gösterdiği hasletlere davet etmektir.

8-Dinin gerektirdiği sekizinci vazife, münkerden = yasakladığı ve çirkin gösterdiği hasletlerden sakındırmaya çalışmaktır.

"Sizin içinizde iyiliğe davet eden, ma’rufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir tâife olsun. İşte bunlar, korktuklarından emin ve umduklarına ulaşmaktadırlar." diye ayet-i kerimede buyrulduğu üzere hem ibadet hem de halka hizmet olarak ma'rufu emretmek: Allah Teâlâ’nın hak ve gerçek olarak tanıttığı ve güzel gösterdiği şeyleri talim ve tebliğ etmektir. Münkeri nehyetmek ise: Allah Teâlâ'nın yasakladığı, fena ve çirkin olarak belirttiği şeylerden vazgeçirmeye çalışmaktır.

9-Dinin gerektirdiği dokuzuncu vazife, birlikte cemaatle namaz kılmayı mühimsemektir. Hadis-i şerifte:

H.30-"Cemaatle kılınan namaz, tek kılınan namaz üzere yirmi beş katla katlanır = ziyadeleşir." diye buyrulduğu üzere, bir çizgi altında toplanıp sağlam hizalanan dağınık rakamların yekunu, bir güç teşkil ettiği gibi;

H.31- "Güç vermekte Allah'ın inayet ve yardımı cemaatle beraberdir." diye buyrulan hadis-i şerifte işaret edildiği gibi, cemaatle namaz kalmak üzere üç Müslümanın bir imamın çizgisi ardında hizalanmalannın yekunu 111 kişinin gücünü teşkil eder; imamın arkasındaki safta hizalanan dört kişinin yekunu 1111 kişinin gücünü teşkil eder. Bundan böyle cemaatle namaz kılmayı mühimseyen,

H.32- "Cemaatle namaz kılmak için adamın mescide gidip gelmeyi âdet edindiğini gördüğünüz zaman, onun imanına siz şahid olunuz.
Zira Allah Teâlâ kitabında şöyle buyurur: {Allah'ın mescidlerini ancak Allah’a, ahiret gününe iman eden, ihlas üzere beş vakit namazı ta'dil-i erkanla kılan ve zekatı müstehaklarına veren kimseler tamir eder...}"
diye buyrulan ayet-i kerime ve hadis-i şerifle müjdelenmiştir. Ayet-i kerimede "tamir eder" diye tercüme ettiğimiz ya’muru kelimesi, Türkçemizdeki imar manasında değil, bilakis son derece hizalı saf tutarak cemaatle namaz kılmak manasındadır. Burada bir imamın arkasında cemaatte namaz kılmak için hizalanan safların ferdleri, nizam ve intizamlı inşa edilen duvarın tuğlalarına benzetilmiştir.

10-Dinin gerektirdiği onuncu vazife, Müslüman hükümdarların, âmirlerin sözlerini dinleyip onlara boyun eğmektir.

H.33-"Ma'siyetle emrolunmadığı müddetçe, istediği yerlerde de istemediği yerlerde de kabulle dinlemek ve boyun eğmek, Müslüman kişi üzerine farzdır. Ma'siyetle emrolunduğu zaman, dinlemek ve boyun eğmek yoktur." diye buyrulan hadis-i şerifte söz dinlemek ve boyun eğmek emredildiği gibi,

H.34- "Siz üç kişi olduğunuz zaman, bir adamı kendinize emir = başkan tayin edin." diye buyrulan hadis-i şerifte de, bir araya gelen üç kişinin, bağlılık, -sevgi ve teslimle içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeleri emredilmiştir. Mesela:

"Sizler iman, ihlas ve sevgiyle birleşip sabreden yirmi kişi olursanız, iki yüze ğalebe çalarsınız..." diye ayet-i kerimede işaret edildiği üzere bir liderin yahud işverenin şemsiyesi altında iman, ihlas ve sevgiyle kalbleri ve kalıpları sağlam hizalanan dört neferin yekunu, dağınık 1111 kişinin gücünü temsil eder; beş neferin yekunu, dağınık 22222 kişinin gücünü temsil eder. On kişi olursa sen hesabla... Hadis-i şerifte:

H.35- "Korumakta Allah Teâlâ'nın yardım ve rahmeti cemaat üzerindedir; kim cemaatten tekleşip ayrılırsa, ateşe kaymıştır demektir." buyrulmaktadır.

11-Dinin gerektirdiği on birinci vazife, sevmektir. Hadis-i şeritte:

H.36- “İcad nimetiyle sizi var ettiği, imdad nimetleriyle sizi yeşerttiği, "Rızklandirdığı için Allah'ı sevin. Allah Beni nimet olarak seçip sevdiği için Beni sevin. Ben de ehli beytimi sevdiğim için ehli beytimi sevin." "Ashabı, her takva sahibini sevin." diye buy-rulmaktadır.

Allah Teâlâ'yi sevmek, Peygamberi’ni sevmek, Peygamber'in sevdiği ehli beytini ve ashabını sevmek, bir de Allah Teâlâ"yı kula, kulu Allah Teâlâ'ya sevdirmek olmak üzere sevmek dört kısımdır. Hadis-i şeritte:

H.37: "Üç haslet kimde olursa, İslamın tadını bulur:

(a)Kendilerinden başka her şeyden daha fazla Allah ve O'nun Rasulü'nü seven kimsenin sevgisi

(b)Bir kulu seven, Allah'ın sevgisinden başkasıyla onu sevmeyen kimsenin sevgisi,

(c)Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten tiksinen kimsenin tiksintisi; ateşe atılmaktan tiksinen kimsenin tiksintisi gibi." diye buyrulmaktadır. Müslümanın kalbinde bu sevgiler keml bulduğu zaman, balın, helvanın tadını bulduğu gibi, imanının, ibadetinin, zikrinin de tadını bulur. Zira bu dört sevgi gibi insanı Allah Teâlâ’ya kavuşturan hiçbir haslet yoktur.

H.38- "Gerçekte Davud aleyhisselam Rabb'ine münâcatta bulunup konuştuğu zamanda:

"Ya Rabbi, hangi kulun San'a daha sevimlidir; Sen'in onu sevmen sebebiyle Ben de onu seveyim." demiş;

Allah: "Ey Dâvud! Kulumdan Ban'a en sevimlisi, —kibirlilikten, hırs ve hasedden, hatta mâsivâdan— kalbi tertemiz,
her türlü hile, hıyanet ve haddi aşmaktan— iki avucu tertemiz, 
hiçbir kimseye hiçbir kötülükte bulunmayan, dedikoduyla yürümeyen zevatlardır;
dağlar zeval bulur; kalbi ve iki avucu temiz kulum, sıdk ve ihlas üzere Ben'i sevmekten zeval bulmaz. Ben'i sever; Ben'im sevdiğim kimseleri sever; Ben'i kullarıma sevdirir." buyurdu;

 Dâvud aleyhisselam: "Ya Rabbi! Gerçekte benim Sen'i sevdiğimi, Sen'i seven zevatları sevdiğimi fevkalade biliyorsun. Ama nasıl Sen'i kullarına sevdiririm." dedi;

Allah: "Ben'im gizli nimetlerimi, bela = azablarımı, âşikâr nimetlerimi onlara hatırlatırsın.
Ey Dâvud! Gerçek şu ki, mazlum bir kimseye yardım eden yahud hakkını almakta mazlumla beraber yürüyen hiçbir kulum yoktur ki, ayakların kaydığı günde Ben onun ayaklarını sabit kılmamış olayım." buyurdu."

diye buyrulan şeritte Allah Tealâ'yı kuluna, kulunu Allah Tealâ’ya sevdirmekle birlikte Peygamber'i, ehli beytini, ashabını ve bunların ardınca giden eli, dili ve kalbi temiz her takva sahibi Mü'mini sevmeye teşvik buyrulmuştur.

Allah Teâlâ’nın kuluna bağışladığı en büyük nimet;
hidayete rehber, âleme rahmet olarak gönderdiği Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir.
Bu takdirde Allah Teâlâ’yı seven, nimet olarak gönderdiği Rasulü’nü de sever, Ondan söz açar, Onu sevdirir.
Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; tenzihle beraber Allah Teâlâ’nın azametini, yüce sıfatlarını, kuluna bağışladığı nimetleri ashabına bildirmesiyle, Allah Teâlâ'yı onlara sevdirmiştir; ashabına hikmeti yani Kur'an ve hadisi öğretmesiyle onları vahşetin en derin kuyusundan, insanlık minaresinin en yüksek şerefiyesine ulaştırmıştır.
Canlarını ve mallarını feda eden ashabını da, Peygamber'in talim ve terbiyelerini kopya edip ümmetine bildirdikleri için sevmek farz olmuştur. Bundan böyle hadis-i şerifte:

H.39-"Allah'tan korkun! Allah'tan korkun! Ashabımın hakkını şereflerini koruyun. Allah'tan korkun! Allah'tan korkun! Ashabımın hakkını şereflerini koruyun. Benden sonra onları aslâ hedef etmeyin. Kim onları severse Beni sevdiği içindir. Ve kim onlardan buğzederse Benden buğzettiği için onlardan buğzetmiştir. Kim onlara eza cefa verirse, Bana eza cefa vermiştir. Ve kim Bana eza cefa verirse, Allah'a eza cefa vermiştir. Ve kim Allah'a eza cefa verirse, bu takdirde çabucacık Allah'ın onu yakalaması pek yakın ve muhakkaktır.” diye buyurmasıyla ashabını sevmeyi emretmiş, eleştirmeyi, suç isnad etmeyi yasaklamıştır.

Ger mukirri Hazreti Kur'ân isen eshâbı sev[1]

Hazreti Peygamberin yâri olan ehbâbı sev

Çün bilirsün muktedâ'-i ehli iman olduğiz[2]

Gel imâm-ı pâku dinu menber-u mihrâbı sev

Ki Ebu Bekr-u Alidir cümlesi âli dürur[3]

Biri birinden yürin farketme şeyh-u şâbı sev[4]

Cümle Kur'an içinde olubdur çar-ı yâr[5]

Yandan tenhâ ricâl-i Sure-i Ahzâbı sev[6]

Kimi ırkı ma'neviden kimi sûriden gelür[7]

Asli çün kim bir damardır cümle insânı sev[8]

1)Kur'ân-ı Hakim'in hükmünü tasdik ve ikrar etmişsen, Peygamberin ashabını seversin.

2)Sen de biliyorsun; iman ve amelde Peygamber'e iman eden, bizim de ardından gittiğimiz ashabının da sevilmesi, dindir.

3)Ashabdan Dört Halife ashabın en âlileridir.

4]Dört Halife ve ashabdan her biri, bir veya birkaç hasletle diğerinden daha iyidir; farketmeksizin ihtiyarlarını ve gençlerini sev.

5)El-Fetih Sûresi`nin son ayetinde Dört Halife övülmektedir.

6)Özellikle Dört Halife ile birlikte El-Ahzab Süresinin 33'üncü ayet-i kerimesinde zikredilen Ehli Beyti ve 35'inci ayet-i kerimesinde övülen ashabdan kadın ve erkekleri sev.

7)Ashab ve ehli beytten kimi maddi neseble, kimisi manevi nisbet sûretinde gelmektedir.

8)El-İsrâ' Sûresi'nin 70'inci ayetinde belirtildiği üzere Allah Teâlâ insanı bir damardan yaratmış, şerefli kılmıştır; bütün insanları sev. Yani kafir de olsa, günahkar da olsa hiçbir insana tepeden bakma; insandırlar; böcek keçi değiller. İnsandan Mü'minleri daha sev, Mü'minlerden takva sahiblerini daha sev, ulemâ ve evliyâ' yolunda kendini feda et.

 

Rabb'ine imân u tasdikin Rasul'e var ise

Hem çu hakkı din için de ehli dil erbâbı sev.

 

12-Dinin gerektirdiği on ikinci vazife, mazluma, borçluya ve zaiflere yardım etmek vazifesidir. Nitekim mazluma yardım eden,

H.40- "Kim bir mazlumla beraber yürür, onun hakkını tesbit edinceye kadar devam ederse, ayakların kaydığı günde Allah Teâlâ onun iki ayaklarını sırat köprüsü üzerine sabitleştirir." buyrulan hadis-i şerifle müjdelenmiştir. Borçluya yardım eden,

H.41- "Kim kendisinden borç istenilene = vereceklisine mühlet verirse yahud borcunu silerse, kıyamet gününde Arş'ın gölgesinde olur." buyrulan hadis-i şerifle müjdelenmiştir. Zaife, işsize yardım eden,

H.42- "İhtiyacını bildiremeyenlerin ihtiyaclarını bana bildirin. Zira kim hükümdara işverene, ihtiyac sahibinin ihtiyacını bildirirse, kıyamet gününde Allah Teâlâ iki ayaklarını sabitleştirir." buyrulan hadis-i şerifle müjdelenmiştir.

13-Dinin gerektirdiği on üçüncü vazife, adaletle zulümden tiksinmektir.

Adalet: Muvahhidin Tevhidi, Mü'minin imanı, muhlisin ihlasıdır.

Zulüm ise: Müşrikin şirki, kafirin küfrü, münafıkın nifakı, âsinin ma'siyetidir.

Demirciler körükten kızışmış demirlerini çıkarıp örs üzerine koyarak dövdükleri zaman, dövülen kızışmış demirden fışkıran ateş kıvılcımları, değmekle seyircileri yaktığı gibi; İlahi ğazab ve değmesiyle ateş, zalimi ve zulmü hoş görenleri yahud neme lazım diye zulme seyirci kalanları yakar. Bundan böyle Allah Teâlâ:

Boyun eğmek, sevgi ve samimiyetle, şirk, fısk ve ma'siyetle "Zulmeden kimselere kalben dahi meyletmeyiniz; bu sebeble ateş size değmesin. Zaten Allah'tan başka sizin yardımcı dostunuz yoktur; sonra yardımlanamazsınız." diye buyurmasıyla zalime yani müşrike, kafire, münafıka, âsiye, caniye kalben dahi meyletmeyi yasaklamıştır. Zira dünyada bunların zulmü, kıyamette kapkara dumanlı ateşe dönüşecektir.

H.43- "On kişiye emirlik yapan hiçbir kimse yoktur ki, adaleti bağını çözünceye kadar yahud zulmü onu helak edinceye kadar kıyamet gününde pranga gibisiyle bağlı olarak getirilmemiş olsun." diye buyrulan hadis-i şerifte sonuç olarak zalimin zulmü, âdilin adaleti açıklanmaktadır. Tevhid ve İslam, adaleti emretmekte; zulmü yasaklamaktadır.

14-Dinin gerektirdiği on dördüncü vazife, sabırdır. Günahların şiddetle arzulanması anında günahlardan sakınmakta, zikir ve ibadetlerin yapılmasında devam etmekte ve düşmanla sa-vaşmakta olmak üzere üç yerde

H.44- "Kim sabır ve tahammül gösterirse, Allah Teâlâ ona yardım eder, korur. Ve hiçbir kimseye sabırdan daha hayrlı, daha kolay hiçbir şey verilmemiştir."

15-Dinin gerektirdiği on beşinci vazife, hayâ'dır. Hayâ', sonuç itibarıyla rüsvalığı gerektiren işin işlenmesinden çekinmektir. Hadis-i şerifte:

H.45- "Her şeyin güzel bir ahlaki var; islamın güzel ahlaki da hayâ = gereğince Allah'tan utanmaktır." diye buyrulduğu üzere hayâ', büyüğün görülmesinden etkilenip yine büyüğün sevmediği söz ve hareketten çekinmektir, diye de tarif edilmiştir.

İmamlarımız: "Allah'ın sevmediği bir şeyi yapmak istersen, görmediği bir yerde işle." demişler.

16-Dinin gerektirdiği on altıncı vazife, hayrlı işlerde yardımlaşmaktır.

Allah Teâlâ: “Ve hayrın kemâli ve takva üzerine birbirinizle yardımlaşın; her türlü günah, haddi aşmak ve zulüm üzere aslâ birbirinizle yardımlaşmayın." diye buyurmasıyla hayrlı işlerde yardımlaşmayı emretmiş, günah işlenmesi üzerine yardımlaşmayı yasaklamıştır. Toplum hayatının kal'asının dengesi, sevgi ve ihlas şartıyla teâvun yani yardımlaşmak, tesânüd yani dayanıp kenetleşmek, teâruf yani tanışmak olmak üzere üç esastır. Bunlar varsa toplum var, bunlar yoksa toplum yoktur. Hadis-i şeritte de:

H.46- "Kul Müslüman kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah Teâlâ da onun yardımında olur." buyrulduğu üzere, İslami hizmetleri engellemeksizin, lütuf, merhamet ve şefkatle ihlas üzere hayrlı işlerde yardımlaşmaya teşvik edilmektedir.

17-Dinin gerektirdiği on yedinci vazife, hoşgörüdür. Hadis-i şeritte:

H.47- "Mü'min, güzel ahlakıyla ısınan ve kendisine ısınılandır. Artık güzel ahlakıyla başkasına ısınmayan ve kendisine ısınılmayan kimsede hayr yoktur. Her halukarda insanların en hayrlısı, insanlara en çok faideli olan kimsedir." diye buyrulduğu üzere ülfet yani hoşgörü: Güzel ahlakla ısınmak ve ısınılmak, diğer ifadeyle hoş geçinmek ve hoş geçinilmektir.

18-Dinin gerektirdiği on sekizinci vazife, sıdk ve sadâkat hasletleridir.

Sıdk: Doğru söz söylemek ve dürüst alışveriş yapmaktır.

Sadakat ise: Dine, kardeşliğe bağlı kalmak, söz ve sözleşmeleri yerine getirmektir.

H.48- "Mü’min her ahlaka alışabilir; yalan ve hıyanet müstesna." ve:

H.49- "Siz kendiniz Bana altı şeye tekeffül edin, Ben de size cennete girmenize tekeffül edeyim: Konuştuğunuz zaman doğru söyleyin. Söz verdiğiniz zamanlarda da sözünüzü yerine getirin. Size bir emanet teslim olunduğu zaman onu koruyarak ödeyin. Ziyaret ve ziyafetlerde Irz ve namus mahallini koruyun.

Harama bakmaktan gözlerinizi kapatın.

Her türlü yasaktan elinizi de menedin." ve:

H.50- "Mü'min, malları ve canları üzerine sair insanların emin inandıkları ve güven bağladıkları kimsedir. Muhacir, günahları ve hataları terk edendir." diye hadis-i şeriflerde buyrulduğu üzere Mü’min, güven tacını giyen kimse demektir. Güven tacını giyen Mü’min, aşırı derecede yalan ve hıyanetten sakınır, aldatmaz, doğru söz söyler, dürüst alışveriş yapar, dinine, arkadaşlığına, söz ve sözleşmelerine bağlı kalır.

19-Dinin gerektirdiği ondokuzuncu vazife, cömertliktir.

“Allah’ın sevgisi üzerine, her miskine, her yetime, her esire yedirirler”. buyurmasıyla Allah Teâlâ ashabı cömertlikle vasıflamıştır.

Cömerdlik: Allah Teâlâ'nın rızası ve sevgisini amaçlayarak karşılıksız, israfsız, yetim, fakir, miskin, ve misafire, müşrik olsa dahi esire yedirmek, içirmek, giydirmektir.

20-Dinin gerektirdiği yirminci vazife, nasihat yani hayrseverliktir. Nasihat, bizim dilimizde olduğu gibi öğüt manasında değil, her hususta hayrseverliktir. Hadis-i şeritte:

H.51- "Mü'min Mü’minin kardeşidir; hiçbir suretle ona nasihati terk etmez." diye buyrulmaktadır. Yani "Gizlide ve âşikârede her hususta faideli olmakla Mü’min, sözüyle, hareketiyle kardeşine her hayrı diler."

21-Dinin gerektirdiği yirmi birinci vazife, ihsan = iyilik yapmaktır.

İhsan da Allah Teâla'ya ve kula karşı olmak üzere iki kısımdır.

Allah Teâlâ'ya karşı ihsan, kulun kendisini O'nun kontrolü altında bulundurmasıdır.

Kula karşı ihsan ise, Allah için iyal ferdlerinin yahud idaresi altında bulunan işçi ve me-murların kötülüklerine iyilikle mukabele etmek, kötülük yapanlara zulmetmemek ve ufak tefek hatalarından göz kapatmaktır. Hadis-i şeritte:

H.52- "Herkesten görünüp de hislerine kapılan pervasız olmayın: "Eğer insanlar iyilik yaparlarsa, biz de onlara iyilik yaparız; ve eğer zulmederlerse biz de onlara zulmederiz." demeyin; ancak insanlar iyilik yaparlarsa, iyilik yapmanıza, insanlar kötülük yaparlarsa zulmetmeksizin hataları afuv etmeye, ceza vermekte cezanın hududunu aşmamaya adamakıllı kendinizi alıştırın." buyrulmaktadır.

22-Dinin gerektirdiği yirmi ikinci vazife, zikirle şükürdür. Biz her şeyi Allah Teâlâ'dan iste-mekteyiz;

Allah Teâlâ: "Bundan böyle Ben'i anın ki Ben de sizi anayım. Ban'a şükredin, nankörlük yapmayın." diye buyurmasıyla bizden sadece zikir ve şükür olmak üzere iki şey istemektedir.

Zikir, zihnimizde Allah Teâlâ'nın azametini, yüceliğini hazır bulundurarak sadece kalble yahud kalb ve dille ism-i şerIllerinden birisini yahud Tevhid Kelimesini tekrarlamaktır. Salavat okumak, Kur'ân tilâveti ve dini ilimlere çalışmak da zikir sayılmaktadır.

Şükür ise, Allah Teâlâ'nın bize eğirti olarak verdiği göz, dil, el gibi nimetleriyle O'na karşı gelmemektir. Diğer ifadeyle şükür: Allah Teâlâ'nın bize eğirti olarak verdiği azalarımızı, emrinin gereğini yerine getirmekte çalıştırmaktır. Kudsi bir hadis-i şerifte:

H.53-"Ey kullarım! Siz emrlerimi yerine getirmek, yasaklarımdan sakınmakla Ben'i anın ki Ben de sizi mağfiretimle anayım. Binaenaleyh kim emrlerimi yerine getirmek ve yasaklarımdan sakınmakla boyun eğerse, hakikaten o Ben'i anmıştır = zihninde yüceliğimi hazır bulundurmuş, hukukumu ödemiştir. Ben de mağfiretimle onu anacağıma sabit bir va'dle söz vermekteyim. Kim de zihninde yüceliğimi hazır bulundurmaksızın, haklarımı ödemeksizin isyanda devam ettiği halde Ben'i anarsa, onu da ğazabımla anmam, üzerimde sabit bir tehdid sözüdür." buyrulmaktadır.

23-Dinin gerektirdiği yirmi üçüncü vazife, dua ve tevbedir.

Dua, kendini âciz ve fakir görerek her ihtiyacını Allah Teâlâ'ya arzetmek, muhal olmayan her şeyi Allah Teâlâ'dan istemektir.

Muvahhid, kalbinde Tevhid ve ihlasın gerçekleşip yerleşmesi nisbetinde Allah Teâlâ'ya yalvarır.  Bu cihetle hadis-i şeritte:

H.54- "Dua ibadetin beynidir." buyrulmasıyla dua, halis ibadetin özü sayılmaktadır. Diğer bir hadis-i şeritte:

H.55- "Hiç şübhesiz Allah duama icabet eder diye Kendisine yalvarın." buyrulmaktadır.

  Tevbe, geçmişte işlenilen günahlardan pişman olmak, bir daha yapmamayı azimlemek,  "Estağfirullâh" diyerek Rabb'inden mağfireti dilemek, farz namaz ve oruc gibi ödenmesi mümkün olan, kaçırılan farzları kaza etmektir.

Ayet-i kerimede: "Hiç şübhesiz Allah nezdinde din, İslamdir..." buyrulduğu üzere, Kelime-i Şehadetten dua ve tevbeye kadar sayılan yirmi üç vazifeyi kuşatan ve bütün özelliğiyle ashabca bilinen ve tanınan din, Allah Teâlâ nezdinde "İslam"la ifade edilir. Bu suretle İslam Dinini kabul eden Müslüman,

H.56- “İhlas üzere bir kul Müslüman olduğu, yukarıda zikredilen yirmi üç vazifeyle Müslümanlığı güzel olduğu zaman, Müslümanlığından önce yaklaştığı her hasenesi kabul olunur, yaklaştığı her kötülüğü silinir; ve Müslümanlığında işlediği her bir iyiliği on katıyla, yedi yüz katıyla kabul olunur; kötülüğü bire bir yazılır yahud da Allah Azze ve Celle onu siler." diye buyrulan hadis-i şerifle müjdelenmektedir.

Aynı zamanda Allah Teâlâ: "Bu İslamdan başka kim bir din taleb ederse, aslâ ondan kabul edilmez..." diye buyrulan ayet-i kerimeyle yirmi üç vazifeyi kuşatan İslam Dininden başka bütün dinleri reddetmiştir.