بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Tevhîde inanmanın gerektirdiği hasletler

Tevhîde inanmanın gerektirdiği hasletler:

             اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

“Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasûlühu.”

diye içtenlikle inanarak Kelime-i Şehadet'in söylenilmesi, icmâlî olarak on üç vazifeyi gerektirmektedir:

 1-                يَا عَدِىَّ بْنَ حَاتَمٍ اَسْلِمْ تَسْلَمْ

“Ey Hâtem oğlu Adî! ihlas üzere teslim ol; selamet bulursun = ebedî olarak ateşte yanmaktan kurtulursun.” buyurduğunda Adî bin Hâtem:

            “İslam nedir?” diye sorunca, Rasûlullah'ın:

            تَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَنِّى رَسُولُ اللّٰهِ وَتُؤْمِنُ بِالاَقْدَارِ كُلِّهَا خَيْرِهَا وَشَرِّهَا حُلْوِهَا وَمُرِّهَا

“Allah'tan başka azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan hiçbir ma'­bûd olmadığına ve gerçekte Benim Allah'ın Ra­sûlü olduğuma şehadet edersin; kaderlere: Hayr olsun şer olsun, tatlı olsun acı olsun, hepsinin Allah'ın hükmüyle olduğuna inanırsın.” diye buyurduğu üzere Tevhîde inanılması, dünyada Allah'ın dînine teslim olunmasını, her şeyin Allah Teâlâ'nın hüküm ve kazasıyla olduğuna inanılmasını gerektirir; bunsuz Tevhîde iman sahîh olmaz.

2-                   وَبِالاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

"...Ve hiçbir şübheye sapmaksızın gözle görür gibi gereğince ahiret gününe inanırlar.”


diye ayet-i kerîmede buyrulduğu üzere Tevhîde inanılması, hiçbir şübheye sapmaksızın gözle görürcesine, ahiret gününe yani cennet ve cehennemin varlığına inanılmasını gerektirir.

 3-          «اَلصَّلاَةُ عِمَادُ الدِّينِ» فَمَنْ اَقَامَهَا فَقَدْ اَقَامَ الدِّينَ وَمَنْ تَرَكَهَا فَقَدْ هَدَمَ الدِّينَ

“Namaz Dînin direğidir.” “Kim onu dimdik tutarsa, gerçekte o Dînini ayakta dimdik tutmuştur. Kim onu terk ederse, gerçekte o Dînini yıkmış demektir.” diye hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere Tevhîde inanılması, farz olu­şuna içtenlikle inanarak ta'dîl-i erkanla namazın kılınmasını gerektirir.

            Farz oluşuna inanılmaması küfür, inanılması halinde namazın bırakılması fısk yani büyük günah, yani Allah Teâlâ'nın emrinden çıkmaktır.

 4-                        اَلزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الاِسْلاَمِ

“Zekat, İslam binasını taşıyan kemerdir = köprüdür.” diye hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere Tevhîde inanılması, farz olu­şuna içtenlikle inanarak zekatın müstehakla­rına verilmesini gerektirir.

 5-                        اَلصَّوْمُ جُنَّةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ


“Oruç, Allah'ın azabından koruyan kalkan ve siperdir.” diye hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere, farz oluşuna içtenlikle inanarak ramazan orucunun tutulmasını gerektirir.

 6-                         وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ البَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبِيلاً


“...Beyt-i Muazzama'yı tavaf etmek, ona yol = güç bulan insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır...” buyrulduğu üzere Tevhîde inanılması, güç bulanın hac farizasını yerine getirmesini gerektirir.

            اِنْتَدَبَ اللّٰهُ لِمَنْ خَرَجَ فِى سَبِيلِهِ لاَ يُخْرِجُهُ اِلاَّ اِيمَانٌ بِى وَتَصْدِيقٌ بِرُسُلِى اَنْ اُرْجِعَهُ بِمَا نَالَ مِنْ اَجْرٍ اَوْ غَنِيمَةٍ اَوْ اُدْخِلَهُ الجَنَّةَ

“İçtenlikle Kendisi'ne iman etmekten ve rasullerini doğrulamaktan başka amaçla evinden çıkmayan kimselere, Allah ya sevab ve ğanîmetle evlerine dönmelerini yahud da cennete girme yollarını kolaylaştırmıştır.” buyrulan hadîs-i şerîfle, farz oluşuna içtenlikle inanarak hac ve cihad yapanlar müjdelenmektedir.

 7-وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ المُنْكَرِ وَاُوٜلٰٗئِكَ هُمُ    المُفْلِحُونَ

“Sizin içinizde iyiliğe davet eden, ma'rûfu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir tâife olsun.
İşte bunlar, korktuklarından emin ve umduklarına ulaşmaktadırlar.”

diye ayet-i kerîmede buyrulduğu üzere Tevhîde inanılması, hem ibadet hem de halka hizmet olarak ma'rûfun talim ve tebliğ edilmesini, münkerin nehyedilmesini gerektirir.

            Ma'rûf: Allah Teâlâ'nın hak ve gerçek olarak tanıttığı ve güzel gösterdiği hasletlerdir.

            Münker: Allah Teâlâ'nın yasakladığı, fena ve çirkin olarak tanıtıp belirttiği hasletlerdir.

            İş gereken bu vazife, bazen farz, bazen va­cib, bazen de sünnet olur.

 8-Tevhîde inanılması, beş vakit namazın ce­maatle kılınmasını gerektirir.

            Farz namazların cemaatle kılınması, farz veyahud vacib olmasa bile sünnet-i müekkede ve İslam şiârıdır.

            يَدُ اللّٰهِ عَلَى الجَمَاعَةِ وَمَنْ شَذَّ شَذَّ فِى النَّارِ  

“Korumakta Allah Teâlâ'nın yardım ve rahmeti cemaat üzerindedir; kim cemaatten tekleşip ayrılırsa, ateşe kaymıştır demektir.” ve:

            اِذَا رَاَيْتُمُ الرَّجُلَ يَتَعَاهَدُ المَسْجِدَ فَاشْهَدُوا لَهُ بِالاِيمَانِ فَاِنَّ اللّٰهَ تَعَالىَ يَقُولُ {اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَاليَوْمِ الاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلاَةَ واٰتَى الزَّكَاةَ}

“Cemaatle namaz kılmak için adamın mescide gidip gelmeyi âdet edindiğini gördüğünüz zaman, onun imanına siz şahid olunuz. Zira Allah Teâlâ kitabında şöyle buyurur: {Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a, ahiret gününe iman eden, ihlas üzere beş vakit namazı ta'dîl-i erkanla kılan ve zekatı müste­haklarına veren kimseler tamir eder...}”
diye ha­dîs-i şerîflerde buyrulduğu üzere cenaze namazında olduğu gibi herhangi bir sebeble: “Filanı nasıl bilirsiniz?” sorusuna: “Müslüman olduğuna, cemaatle namaz kıldığına şehadet ederiz.” denilir.

Değeri düşmese bile, altından işlenen tesbî­hin kopması halinde tesbîhin bozgunluğa uğraması, tanelerinin yuvarlanıp ğaybolması, tavuğa yem olunması gibi; ferdî namaz kılan bir Mü'minin imanı zedelenmezse bile Dîni bozgunluğa uğrar, birçok hayrlı işlerden mahrum olabilir.

 9-Tevhîde inanılması, Müslüman hükümdarların, âmirlerin sözlerinin dinlenip onlara boyun eğilmesini gerektirir.

  Hadîs-i şerîfte:

اَلسَّمْعُ وَالطَّاعَةُ عَلَى المَرْءِ المُسْلِمِ فِيمَا اَحَبَّ وَكَرِهَ مَا لَمْ يُؤْمَرْ بِمَعْصِيَةٍ فَاِذَا اُمِرَ بِمَعْصِيَةٍ فَلاَ سَمْعَ وَلاَ طَاعَةَ

“Ma'siyetle emrolunmadığı müddetçe, istediği yerlerde de istemediği yerlerde de kabulle dinlemek ve boyun eğmek, Müslüman kişi üzerine farzdır. Ma'siyetle emrolunduğu zaman, dinlemek ve boyun eğmek yoktur.” diye buyrulmaktadır.

 10-Tevhîde inanılması, şirk ve müşrikin bırakılmasını gerektirir.
Zira اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ “...Hiç şübhesiz şirk elbette büyük bir zulümdür.” buyrulan ayet-i kerîmede şirkin, zulmün en büyüğü olduğu bildirilmektedir.

            اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الجَنَّةَ وَمَاْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ اَنْصَارٍ

“...Gerçek şu ki kim sözüyle yahud hareketiyle Allah'a eş koşarsa, hiç şüb­hesiz Allah kendisine cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı son yeri ateştir. Ve zalimlere aslâ yardımcılar yoktur.” diye buyrulan ayet-i kerî­menin hükmünce celî = aşikâr, hafî = gizli olsun, Allah Teâlâ'ya eş koşan kimse cennete girmeyecektir.

            Aynı zamanda şirk ve Tevhîd, birbirine zıd olması sebebiyle şirk ve müşrikin bırakılması, imanın şartı sayılmıştır;

 11-Tevhîde inanılması, adaletle hükmedilme­sini ve zulmün bırakılmasını gerektirir.

 Adaletle zulüm birbirine zıddır. Zira ADALET: Muvahhidin Tevhîdi, Mü'minin imanı, Muhlisin ihlasıdır.

 Zulüm ise: Müşrikin şirki, kafirin küfrü, müna­fıkın nifakı, âsînin ma'siyetidir.

Tevhîdin birçok dereceleri olduğu gibi, zulmün de birçok dereceleri vardır.

 Demirciler körükten kızışmış demirlerini çıkarıp örs üzerine koyarak dövdükleri zaman, dövülen kızışmış demirden fışkıran ateş kıvılcımları, değdiği şeyleri yaktığı gibi; İlahî ğazab ve değmesiyle ateş, zalimi ve zulmü hoş görenleri yahud neme lazım diye zulme seyirci kalanları yakar. Bundan böyle Allah Teâlâ:

وَلاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَاءَ ثُمَّ لاَ تُنْصَرُونَ

Boyun eğmek, sevgi ve samimiyetle, şirk, fısk ve ma'siyetle “Zulmeden kimselere kalben dahi meyletmeyiniz; bu se­beble ateş size değmesin. Zaten Allah'tan başka sizin yardımcı dostunuz yoktur; sonra yardım­lanamazsınız.” diye buyurmasıyla zalime yani müşrike, kafire, münafıka, âsiye, caniye kalben dahi meyletmeyi yasaklamıştır. Zira dünyada bunların zulmü, kıyamette kapkara dumanlı ateşe dönüşecektir.

            مَا مِنْ اَمِيرِ عَشَرَةٍ اِلاَّ يُؤْتَى بِهِ مَغْلُولاً يَوْمَ القِيَامَةِ حَتَّى يَفُكَّهُ العَدْلُ اَوْ يُوبِقَهُ الجَوْرُ

“On kişiye emîrlik yapan hiçbir kimse yoktur ki, adaleti bağını çözünceye kadar yahud zulmü onu helak edinceye kadar kıyamet gününde pranga gibisiyle bağlı olarak getirilmemiş olsun.”

diye hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere sonuç olarak âdilin adaleti, kendisine ve yardımcılarına dünyada iç huzur, ahi­rette kurtarıcı; zalimin zulmü, kendisine ve yar­dımcılarına dünyada huzursuzluk, ahirette de ateşten kelepçe olacaktır.

            وَتَعَاوَنُوا عَلَى البِرِّ والتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُوا عَلَى الاِثْمِ وَالعُدْوَانِ

“...Ve hayrın kemâli ve takva üzerine birbirinizle yardımlaşın; her türlü günah, haddi aşmak ve zulüm üzere birbirinizle aslâ yardımlaşmayın.”
buyrulan ayet-i kerîmede Allah Teâlâ, adaletin icra edilmesi için emrlerinin gereğinin yerine getirilmesini, yasağının bırakılmasını emretmiş, her türlü günah, haddi aşmak ve zulüm üzerine yardımlaşmayı yasaklamıştır. Bundan böyle:

اَبْلِغُونِى حَاجَةَ مَنْ لاَ يَسْتَطِيعُ اِبْلاَغَهَا فَاِنَّهُ مَنْ اَبْلَغَ سُلْطَانًا حَاجَةَ مَنْ لاَ يَسْتَطِيعُ اِبْلاَغَهَا ثَبَّتَ اللّٰهُ قَدَمَيْهِ

يَوْمَ القِيَامَةِ

“İhtiyacını bildiremeyenlerin ihtiyacla­rını bana bildirin. Zira kim hükümdara, işverene, ihtiyac sahibinin ihtiyacını bildirirse, kıyamet gününde Allah Teâlâ iki ayaklarını sırat köprüsü üzerine sabitleştirir.” ve:

مَنْ مَشَى مَعَ مَظْلُومٍ حَتَّى يُثَبِّتَ لَهُ حَقَّهُ ثَبَّتَ اللّٰهُ قَدَمَيْهِ عَلَى الصِّرَاطِ يَوْمَ تَزِلُّ الاَقْدَامُ

“Kim bir mazlumla beraber yürür, onun hakkını tesbit edinceye kadar devam ederse, ayakların kaydığı günde Allah Teâlâ onun iki ayaklarını sırat köprüsü üzerine sabitleştirir.” ve:

مَنْ نَفَّسَ عَنْ غَرِيمِهِ اَوْ مَحَا عَنْهُ كَانَ فِى ظِلِّ العَرْشِ يَوْمَ القِيَامَةِ

“Kendisinden borç istenilen borçluya kim mühlet verirse yahud borcunu silerse, kıyamet gününde Arş'ın gölgesinde olacaktır.”
buyrulan hadîs-i şerîflerde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sel­lem, devlet dairelerinde ihtiyacını arz edemeyen zaiflere, mazlumlara yardım ederek onlarla beraber olmaya, mazlumun hakkını koruma­ya, borcun zilletine girenleri kurtarmaya teşvik buyurmaktadır.

            Çünkü bunların yapılmasıyla adalet yayılır, kuvvet bulur; bırakılmasıyla da zulüm yayılır, kuvvet kazanır.

12-Tevhîde inanılması, iman kardeşliğinin ger­çekleşmesini gerektirir. Mesela: اِنَّمَا المُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ “Ancak Mü'minler birbirine kardeştirler...” buyrulan ayet-i kerîmede ve:

لاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَنَاجَشُوا وَلاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَلاَ يَبِعْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَيْعِ بَعْضٍ وَكُونُوا عِبَادَ اللّٰهِ اِخْوَانًا اَلمُسْلِمُ اَخُو المُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يَخْذُلُهُ وَلاَ يَحْقِرُهُ اَلتَّقْوَى ههُنَا (وَيُشِيرُ اِلَى صَدْرِهِ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ) بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنَ الشَّرِّ اَنْ يَحْقِرَ اَخَاهُ المُسْلِمَ كُلُّ المُسْلِمِ عَلَى المُسْلِمِ حَرَامٌ دَمُهُ وَعِرْضُهُ وَمَالُهُ اِنَّ اللّٰهَ لاَ يَنْظُرُ اِلَى صُوَرِكُمْ وَاَمْوَالِكُمْ وَلكِنْ يَنْظُرُ اِلَى قُلُوبِكُمْ وَاَعْمَالِكُمْ

“Hasedleşmeyin.
Yarış ve rekabetle müşteriyi kızıştırmayın.
Birbirinizden buğzetmeyin.
Birbirinize sırt çevirmeyin.
Bazılarınız diğer bazılarının satışı üzerine satış yapmasın.

Kardeş olun ey Allah'ın kulları!
Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu terk edip de yardımcısız bırakmaz, onu tahkir etmez.

(Göğsüne üç kere işaret ederek:) Takva buradadır. Takva buradadır. Takva buradadır.

Kişinin Müslüman kardeşini tahkir etmesi, şer olarak ona yeter.
Müslümanın her şeyi, kanı, malı ve ırzı Müslü­mana haramdır.
Gerçekte Allah Teâlâ sizin sû­retlerinize ve mallarınıza bakmaz; ancak kalbinizdeki niyetlere ve amelinize bakar.”

buyrulan hadîs-i şerîfte Mü'minler, önce Allah'a kul olmalarına, sonra birbirlerine kardeş olmalarına teşvik buyurulmuş; her birisinin diğerinin kanını, malını, namusunu korumaları emredilmiştir; her halukârda kardeşin kardeşine hayrsever yardımcı olduğu ilan edilmiştir.

 Hadîs-i şerîfte:

لاَ تَكُونُوا اِمَّعَةً تَقُولُونَ اِنْ اَحْسَنَ النَّاسُ اَحْسَنَّا وَاِنْ ظَلَمُوا ظَلَمْنَا وَلكِنْ وَطِّنُوا اَنْفُسَكُمْ اِنْ اَحْسَنَ النَّاسُ اَنْ تُحْسِنُوا وَاِنْ اَسَاؤُوا اَنْ لاَ
تَظْلِمُوا

“Herkesten görünüp de hislerine kapılan pervasız olmayın:
“Eğer insanlar iyilik yaparlarsa, biz de onlara iyilik yaparız; ve eğer zulmederlerse biz de onlara zulmederiz.” demeyin;
ancak insanlar iyilik yaparlarsa, iyilik yapmanıza, insanlar kötülük yaparlarsa zulmetmeksizin hataları afuv etmeye, ceza vermekte cezanın hududunu aşmamaya adamakıllı kendinizi alıştırın.”
buyrulmaktadır.

13-Tevhîde inanılması, zikir yani Allah Teâlâ'nın isminin söylenilmesini, dua etmeyi yani Allah Teâlâ'ya yalvarıp her ihtiyacın Kendisi'ne arz edilmesini, tevbeyi gerektirir.

            فَاذْكُرُونِى اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لِى وَلاَ تَكْفُرُونِ

“Bundan böyle Ben'i anın ki Ben de sizi anayım. Ban'a şükredin, nankörlük yapmayın.” buyrulan ayet-i kerîmede zikir ve şükür emredilmektedir.

            Zikir, zihnimizde Allah Teâlâ'nın azametini, yüceliğini hazır bulundurmak, kalb ve dili birleştirmek, Tevhîd Kelimesi'ni yahud ism-i şerîf­lerinden birisini tekrarlamak yahud da sadece kalble Lafza-i Celâl'i tekrarlamaktır. Salavat okumak, Kur'ân tilâveti ve Dînî ilimlere çalışmak da zikirdir.

            اَلدُّعَاءُ مُخُّ العِبَادَةِ “Dua ibadetin beynidir.”

diye buyrulduğu üzere dua, kendini âciz ve fakir görerek her ihtiyacını Allah Teâlâ'ya arz etmek, muhal olmayan her nimeti Allah Teâlâ'dan istemektir. Bu sebeble hadîs-i şerîfte:

اُدْعُوا اللّٰهَ وَاَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالاِجَابَةِ

“Hiç şübhesiz Allah duama icabet eder diye Kendisi'ne yalvarın.” diye buyrulmaktadır.

            Kudsî bir hadîs-i şerîfte:
قَالَ اللّٰهُ اذْكُرُونِى بِطَاعَتِى اَذْكُرْكُمْ بِمَغْفِرَتِى فَمَنْ ذَكَرَنِى وَهُوَ مُطِيعٌ فَحَقٌّ عَلَىَّ اَنْ اَذْكُرَهُ بِمَغْفِرَتِى وَمَنْ ذَكَرَنِى وَهُوَ لِى عَاصٍ فَحَقٌّ علىَّ اَنْ اَذْكُرَهُ بِمَقْتِى

“Ey kullarım! Siz emrlerimi yerine getirmek, yasaklarımdan sakınmakla Ben'i anın ki Ben de sizi mağfiretimle anayım.
Binaenaleyh kim emrle­rimi yerine getirmek ve yasaklarımdan sakınmakla boyun eğerse, hakîkaten o Ben'i anmıştır = zihninde yüceliğimi hazır bulundurmuş, hukukumu ödemiştir.
Ben de mağfiretimle onu anacağıma sabit bir va'dle söz vermekteyim.
Kim de zihninde yüceliğimi hazır bulundurmaksızın, haklarımı ödemeksizin isyanda devam ettiği halde Ben'i anarsa, onu da ğazabımla anmam, üzerimde sabit bir tehdid sözüdür.”
diye buyrulmaktadır.

 Tevbe, geçmişte işlenilen günahlardan pişman olmak, gelecekte bir daha yapmamayı azimlemek, hali hazırdaاَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ  "Estağfi­rullâh" diyerek Rabb'inden mağfireti dilemek, farz namaz ve oruc gibi ödenmesi mümkün olan, kaçırılan farzları kaza etmektir.

 Şükür ise, Allah Teâlâ'nın bize eğirti olarak verdiği kulak, göz, dil, el gibi nimetleriyle O'na karşı gelmemektir.

 Diğer ifadeyle şükür: Allah Teâlâ'nın bize eğirti olarak verdiği azalarımızı, Tevhîdin gerektirdiği vazifelerde çalıştırmaktır.

            Ayet-i kerîmede: اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّٰهِ الاِسْلاَمُ

“Hiç şübhesiz Allah nezdinde din, İslamdır...” buyrulduğu üzere, اَلاِسْلاَمُ “elif – lâm harfleriyle tanıtılan el-İslâm” kelimesi, Kelime-i Şehadet'ten dua, tevbe ve şükre kadar sayılan, icmâlî olarak on üç, tafsîlî olarak yirmi üç hasleti kuşatmaktadır.

 Bütün özelliğiyle ashabca bilinen ve tanınan din, Allah Teâlâ nezdinde “İslam”la ifade edilir. Bu sûretle İslam Dînini kabul eden Müslüman,

اِذَا اَسْلَمَ العَبْدُ فَحَسُنَ اِسْلاَمُهُ تُقْبَلُ مِنْهُ كُلُّ حَسَنَةٍ زَلَفَهَا وَكُفِّرَ عَنْهُ كُلُّ سَيِّئَةٍ زَلَفَهَا وَكَانَ فِى الاِسْلاَمِ مَا كَانَ الحَسَنَةُ بِعَشْرِ اَمْثَالِهَا اِلَى سَبْعِمِائَةٍ وَالسَّيِّئَةُ بِمِثْلِهَا اَوْ يَمْحُوهَا اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ

“İhlas üzere bir kul Müslüman olduğu, yukarıda sayılan hasletlerle Müslümanlığı güzel olduğu zaman, Müslümanlığından önce yaklaştığı her hasenesi kabul olunur, yaklaştığı her kötülüğü silinir; ve Müslümanlığında işlediği her bir iyiliği on katıyla, yedi yüz katıyla kabul olunur; kötülüğü bire bir yazılır yahud da Allah Azze ve Celle onu siler.” diye buyrulan hadîs-i şerîfle müj­delenmektedir. Aynı zamanda Allah Teâlâ:

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الاِسْلاَمِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ

Bu İslamdan başka kim bir din taleb ederse, aslâ ondan kabul edilmez...” diye buyrulmasıyla İslamdan başka bütün dinleri reddetmiştir.