بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Mutlak mehabbet

Mutlak mehabbet = sevgi, birkaç kısımdır:
a-Tabii mehabbettir. Tabii mehabbet, şarihlerin tasrih ettikleri üzere insanın elinden olmayan meyl-i tabiidir. Anne ve babanın, şefkat ve  merhamet olarak tabiatleriyle yavrularını, yavrularının ise saygıyla ve ihtiyaçlarını gidermek için babalarını yahud ebeveynlerini, hemnev’in ise, kendi ihtiyaçlarını yahud üzüntülerini gidermek, iyilik ve faydaya ulaşmak için birbirini sevmeleri, nefsin meylinden ibarettir. Bu üç itibarla sevgi teklif edilmedi. Nitekim ayet-i kerimede: لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً  “Allah, bir nefse gücünün dışında bir şey teklif etmez..” (El-Bakara Suresi ayet 286) buyrulmaktadır.
b-Akli mehabbettir, ki tabiat nefret etse dahi, aklın, akıbeti düşünmesi sebebiyle bir şeyin tercihine hükmetmesidir. Mesela acı bir ilacdan hasta bir kimse, tabiatiyle tiksinir, iştahsızlıktan dolayı yemekten çekinir. Bununla beraber akıl, ilacın kullanılmasının gayesini düşünerek iradeyi tabiatıyla değil, aklının hükmüyle ilacın kullanılmasını, yemeğin yenmesini tercih eder. Ve insan iradesini bundan başka salahının olmayacağına inandığı için tabiatinin aksine icra eder. Evet, bu cihetle Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem, sevgisini teklif etmiştir. Çünkü insan iyice düşünürse, Peygamber’in, sadece insanı küfürden kurtarmasını, Allah’a ibadet etmek yollarını açıklaması bile, zatının sevgisini gerektirir. Onun için teklif edildi. Evet bu sevgi, saygı ve büyütmeyi gerektirmez. Bu itibarla el-Mufhim eserinin sahibinin, Kadi’ya itirazı yerindedir.
c-Şer’i = imani sevgidir. Tabii ki bu sevgi, İclal = büyütmek, tevkir = edeble karşısında durmak, İ’zam = nimetini yüceltmek itikadından neş’et eder. Akli sevgi de birleşirse, ihsan = mahbubunun iyiliği ve rahmetinden, ihtiyarsız olarak üçüncü bir sevgi ortaya çıkar, ki yukarıda naklettiğimiz gibi, Amr bin As radıyallahu anh, sevgisini ve iclalini birbirinden farklı olarak bildirdi. İşte bu sevgi doğduğu zaman, Mü’min, mahbubun istek ve arzularını, kendisinin en ehemmiyetli istek ve arzusuna tercih eder. Ve bu tercihle, meyl-i tabii olan sevgisini yok etmeye çalışır. Mesela Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in iltifatına mazhar olmak için,  babasıyla evladıyla çarpışır. İşte bu itibarla kendi nefsinden ble daha fazla mahbubunu sevmiş oluyor. Ve şübhesiz hakiki sevgi de budur. Ne mahbubun azarlaması ile azalır, ne de iltifatıyla çoğalır. İşte bunu açıklayarak Hafız İbnu Hacer diyor ki: “Ve bu mehabbet, sadece büyük saymanın itikadı sebebiyle değildir. Çünkü ta’zimle birlikte mehabbet, bu hitabdan önce de, kesinlikle Ömer radıyallahu anh’tan hasıl idi. Ve zikredilen mehabbetin alameti. Faraza kişinin ehemniyetli bir istek ve arzusu olsa, o istek ve arzusunu bırakıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görmeyi tercih etmesi; görmesi mümkün olduğu halde görme fırsatını kaçırmasının, önemli olan maksadına ulaşmamaktan daha şiddetli üzüntü vermesi sevginin alametidir. Önemli olan maksada ulaşmasının daha ağır gelmesi halinde, bu mehabbetten mahrumdur. Sade iş bununla yetinmiyor. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine nusretin, şeriatini mudafa etmenin, şeriatine muhalif olanlara karşı çıkmanın, nefsani, çok şiddetli bir maksada ulaşmaktan daha tercih edilmesi de mehabbetin alamatidir. İşte emr-i ma’ruf, nehy-i an-il-münker de bu sevgiye dahildir” (Feth-ul-Bari c.1 s.56)
……… El hasıl, ciddi iman eden bir kimse, Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem’in sevgisinden mahrum olmaz. Her Mü’min, o denizin dalgasından kendi hacmine göre bir pay alır. (25/s.502-503-504)