İlk Kapı TEVBE
KEMALATA ERMENİN İLK KAPISI TEVBEDİR
Nefsin temizlenmesi, yani sevdiği, aşık olduğu ve taptığı şeylerden temizlenmesi ayrıdır; nefsin uhrevi saadete ve kemâlata erdirilmesi de ayrıdır.
… Dört haslet kalbi bozar: Birincisi, ahmak insanlarla komşuluk = kardeşlik kalbi bozar. Zira onunla arkadaş olsan, onun gibi olursun. Ona nasihati terk etsen, suçuna ortak olursun. Sükut edersen, ancak belasından kurtulursun.
İkincisi, günah işlemek çok kalbi bozar, yolundan geri bırakır.
Üçüncüsü, mahrem olmayan yahud helal olmayan yahud tenhalaşılması haram olan kadınlarla düşüp kalkmak, görüşleriyle kalbi bozar.
Dördüncüsü, nefsi kendisine hâkim olan kimselerle yani asi ve fasıklarla düşüp kalkmak kalbi bozar.
Her şeye rağmen, hasbelbeşer, küçük olsun büyük olsun bir günah işlenildiği zaman, hadis-i şerifte beyan edildiği ve uzun uzadı anlattığımız gibi, kalblerin yüzüne lekeleri biriktirir; her bir günah bir leke; hatta güzel suretten çirkin suretlere dönüştürür.
Hasbelbeşer kulun çarpılıp günah işlediği yerlerde Allah Teala tevbesini kabul eder. Zira zikirden daha ziyade tevbe, zihni suretleri ve günahların eserini yani resimlerini siler. Demek tevbe, günahların silgisidir. Nefsin terbiye edilmesinin ilk kapısı da zaten tevbedir.
Tevbenin keyfiyeti, şu vecibeleri yerine getirmekle tahakkuk eder:
1-Levvame = kınayıcı nefs, geçmişte işlenilmiş olan yahud halihazırda işlenilmesine azim bağlanan günahın işlenmesini kınadığı anda, telkinlerine kulak verilir, nasihati kabul edilir; derhal temizlenmeye başlanır.
Temizlik de; taharetlenmeden itibaren mükemmel bir abdest almaya ve bundan da tam bir gusül almaya kadar, azaların, şeriatin temiz saydığı su ile yıkanması, oğulmasıdır.
Her yıkayıp oğuşturulan azayla ne gibi günah işlediği yahud işlenmesine azim bağladığı akla getirilir, akıbetinde Allah Azze ve Celle’nin vereceği ceza canlandırılır. Yanık bir kalble: “Ya Rabb’i! Ben pişmanım. Şu azamı işlediğim yahud azimlediğim günahın işlenmesinden temizle; ben onu suyla temizlediğim gibi” denilir. Böylece gusül tamamlanır.
Gusülde muvaffak olan bir kul yoktur ki, nasuh tevbeye muvaffak olmasın. Nasuh tevbe maksad edinilir.
Mezkur taharet de üç şeyden ibarettir: Birincisi zahiri temizlemektir; zikredildi.
İkincisi, günahların ruha büyük zehir ve kul ile Allah arasında perde olduğunun ve günahların işlenilmesi sebebiyle kulun manevi suretinin çirkin surete dönüştüğünün bilinmesiyle kalbin masivadan temizlenmesidir.
Bu bilgi arttıkça ruhun derin merkezinden kopan mahcubiyet kıvılcımları, nefsin o çirkin suretinin üzerine yağar. Bundan dolayı bütün özelliğiyle nefs, kaplumbağa veya kirpi gibi kılıfına çekilir, yerinde donup kalır.
İşte esef diye isimlendirilen bu hal yahud mahcubiyet, kalbi istila edinceye kadar yükselir, yerleşir. Bu haslet, işin işlenmesine sahibini sevk eden kuvve-i baise = cüz’i iradeyi, kemiyetten keyfiyete, kuvvetten fiile geçirir. İşte o anda kul yanık bir kalble “Ya Rabb’i” dediği anda da Rabb Teala, ihsanıyla kuluna yönelir.
Nakşibendi bu izahı, ……………………….. “Gerçek iman sahibi onlardır ki, bir kötülük yaptıklarında ya da bizzat kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ın azametini zihinlerine getirip hemen bilfiil kuvvetli azimle günahlardan dönerek tevbe ve istiğfar ederler…”(Al-i İmran Suresi ayet 135) mealindeki ayeti kerimeden iktibas ederek:
“Ya Rabb’i! Ben pişmanım, bütün günahlarımdan. Keşke yapmasaydım. İnşaAllah bir daha yapmam” kelimesine sığdırdılar. Yani gerçek iman sahibi odur ki, Allah Azze ve Celle’nin kendisini muaheze edeceği herhangi bir günaha azim bağlamasının yahud azmini fiile geçirip işlediği büyük-küçük günahının yahud kendi nefsine zulmederek nazar gibi günahta bulunduğunun akıbetini düşünür. Kendisine Allah sevgisi galip olduğuna göre, Allah’ın Azamet ve Celali’ni zihninde istihzar ederek haya’ hasletiyle; korku galip olduğuna göre, Celal ve Azameti’ni zihninde istihzar ederek mahcubiyet = iç eziklik ve korku hasletiyle: “Ya Rabb’i! Ben pişmanım…” der.
Üçüncü olarak da, kalbini masivadan çevirip Allah Azze ve Celle’ye yöneltir. Yani Allah’tan uzaklaştırıcı yahud kendisiyle Rabb’i arasına perde olacak tüm istek ve arzulardan arınır ve hayalini temizler.
2-Normal istihare namazında yaptığı gibi, iki yahud da dört rek’at nafile namaza niyet eder; farz kazaları varsa, farz kazalarına niyet eder; farz kazaları yoksa tevbe namazı diye niyet eder: “Niyet ettim iki rek’at tevbe namazını kılmaya. Allahu Ekber” der. Ruhen ve kalben, “Subhaneke” yi okuduğu zaman; “Allahumme! İşte ben, firar kulunum; teslime geldim. Tevbeyi ilham edip nasib ettiğin için San’a hamdederim”; diliyle de: …………………… “Sübhaneke Allahümme ve bihamdik” der. Derin nefes alır. Yine kalben ve ruhen: “Bağışın boldur”; diliyle de: …………… “ve Teala ceddük” der.
Böylece senelerce askerlikten firar edip amirine teslim olan asker gibi suçlarını itiraf ettiği, afuvunu dilediği halde rüku’ eder. Üç kere ……………..”Sübhane Rabbi-el-Azim” diliyle dediği halde: “Tevbeyle döndüm. Rabb’imin afuvu geniştir, büyüktür” der. Secdeye vardığında üç kere: ……………..Sübhane Rabbi-el-A’la” dediği zaman: “Teslime geldim ey Rabb’im! Ali’sin. Ciddi dönüş yapanlara afuvunu va’dettin. Bana da bunu nasib eyle” der. Şayed rüku’ ve secde du alarını bilse, hepsini yerli yerinde okur, yalvarır, selama kadar.
3-Selamdan sonra ruhen ve kalben Allah Azze ve Celle’nin azametini, afuvunu, mağrifetini inandığı halde yirmi beş kere: “Estağfirullah” diliyle söyleyerek kalben de: “Allahumme! İşte kaçan kölen.. En adi, yüzü siyah kabkara kölen.. Kapına geldim. Beni mağfiret et” der. Teker teker günahlarından pişmanlık duyar. Elini kaldırıp mağfiretini dileyerek duada bulunur. Tevbenin kabulünü istirham eder. Suçunu itirafla kemal-i ihlas üzere alnını toprağa koyup rahmetini umduğu halde; yahud da ellerini yüzüne sürer, rahmetini umduğu halde: “Amin, Amin” der. Bildiği duaları söyler, bildiği istiğfarı yapar. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır. “Bir günah işledikten sonra, ihlas üzere şeriata muvafık bir abdest aldıktan sonra iki rek’at namaz kılan, sonra Allah’tan mağfiretini dileyen bir kul yoktur ki, Allah ona mağfiret etmemiş olsun” buyurduktan sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: (Gerçek iman sahibi olanlardır ki, bir kötülük yaptıklarında ya da bizzat kendilerini zulüm ettiklerinde, Allah’ın azametini zihinlerine getirip hemen bir fiil kuvvetli azimle günahlardan dönerek tevbe ve istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Bir de gerçek iman sahipleri onlardır ki, işledikleri kötülükler üzerine bile bile devam etmezler. İşte onların mükafatı, Rabb’lerinin mağfireti ve altlarından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennettir. Böyle amel edenlerin mükafatı ne güzeldir)(Al-i İmran Suresi ayet 135, 136) mealindeki ayeti okudu.
4-Kalbine elem verici esef ve mahcubiyetten doğan kasd ve iradesini, bir kere halihazırda bulunduğu vakrine, bir kere geçirmiş olduğu vakitlere ve o vakitlerde yaptığı hatalarına, diğer tarafta da istikbalde olan vakitlere bağlar.
Azmin halihazırdaki zamana bağlanmasının manası, bilfiil, alışmış olduğu günahlardan çekilmesi ve bunun için de Allah Azze ve Celle’nin ………=Er-Rabbu ismine sığınmasıdır. Hadis-i şerifte: ……………….. “Darlıkta ve bollukta, bildiğin şer’i hükümlerde, Allah Teala’nın Rububiyet sıfatlarından korkarak azabına vesile olabilecek her şeyden korun” buyurdu.
İbn-ul-Kayyim diyor ki: “Allah’tan başkasının bilmediği çirkin söz ve davranış gibi ma’siyetin eser ve izleri = resimleri vardır. Bu resimler, ilmin kalbe nüfuz etmesini engeller. Zira ilim, Allah’ın kalbe ilka ettiği bir nurdur; ma’siyet o nurları söndürür. Nitekim bir adam, arkadaşına gönderdiği mektubta demiştir ki: “Sana gerçekte bir ilim verildi. İlminin nurunu, günahların eserleriyle söndürme. Sonra alimler o nurla yürüdükleri günde = kıyamet gününde karanlıkta kalırsın.” (Feyz-ul-Kadir c.1 s.119)
Azmini istikbale bağlamasının manası, ömrünün sonuna kadar Mahbub-i Hakiki olan Allah Teala’ya yönelmesi, O’nun emrlerini kendi nefsinin emrinden tercih etmesidir. Şöyleki: bin sene yaşasa, bir kere olsa dahi bir daha hiçbir günahı işlemeyeceğine kalbini bağlar. Yine Naksibendi olanlar bu manayı: “İnşaallah bi daha yapmam” sözüyle ifade etmektedirler. Hadis-i şerifte : “Günahlardan tevbe, bir daha dönememeye azim bağlamandır” buyruldu.
Arif-u Billah İbnu Arabi kuddise sirruh diyor ki: “Allah Azze ve Celle, günahtan dönüşü nasib etmekle tevbe ile senin kalb gözünü açtığı zaman, hangi işte olduğuna, hangi halde olduğuna bak; ondan ayrılma. Mesela vali olduğun takdirde valiliğinde sebat et; bekar olduğun takdirde evliliği tehir et; evli olduğun takdirde belasına tutulmuş olduğun karıyı boşama; ne olursa olsun, içinde bulunmuş olduğun halde Allah’ın takvasına başla. Zira Allah Teala’nın, yakınlığı için her mevki’de = insanın hallerinde bir kapısı vardır. Şübhesiz, bulunduğun halde sana vuslat kapısını açar. Nefsini dünyanın nimetlerinden mahrum etme. Mübahlarda dahi işlediğin her işte, işin mübahlığına inandığın için, onda dahi kurbeti = ibadet ve vuslatı kasdet, ki işlediğin her işte sevab alırsın. Zira Mü’minlere göre hiçbir ma’siyet yoktur ki, o ma’siyeti işlemekte dahi salih amel olmasın. Şübhesiz bu salih amel, kalbin ameli olan imandır. Allah Teala Mü’minleri vasıflarken: …………… “Diğer bir takımları da günahlarını itiraf ettiler; iyi bir ameli = imanı, kötü bir amel = ma’siyetle karıştırdılar. Bunlar tevbe ederlerse, umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Et-Tevbe Suresi ayet 102) buyurdu.
Azmin geçmiş zamanlara bağlanmasının manasına gelince; geçmişte işleyip ondan döndüğü günahlarına bakar.
İşlediği günahları, içki içmek gibi sadece kendi nefsine zarar verici günahlar ise, bundan kuvvetli bir pişmanlık duyarak istiğfar eder. Hayır, günahı başkasına da zarar vermeye de sirayet etmiş ise, ya kaza etmekle müncebir olur. Bu takdirde namaz, oruç, zekat, hac gibi geçirmiş olduğu ibadetleri kaza etmesine, yani döndürmesine azmini bağlar.
Kendine nefsine mahsus olup kaza ile telafisinin imkanı olmuyorsa, mesela abdestsiz Mushaf’ı ellemek, cünüb olarak mescidde oturmak, içki içmek, malını denize atmak yahud herhangi bir ma’siyette harcamak gibi şeyler ise, bir daha dönmemeyi azimlemekle beraber tevbe ve istiğfar eder, yani pişmanlık duyar, afuvunu diler ve yaptığı kötülüklere mukabil de iyilikleri yapar. Mesela vakıf gibi hayr cihetlerine malını verir, abdestli olduğu halde Kur’an okur, mescidlerde oturur, itikaf yapar ve her bir kötülüğüne mukabil, bir hasene işlemeye çalışır.
5-Tevbenin en büyük şartı, imna ve kesin inançla, günahların kul ile Allah arasında perde olduğunu ve tevbeyle perdelerin kaldıracağını bilmek, geçmişte yapılan günahlardan ciddi bir pişmanlık duymak, gelecekte işlememeyi azimlemek olmak üzere üç esastan ibarettir.
Levvame nefs, sahibini işlediği günahlar üzerine kınarken, o esnada ruhun libası olan iman nurunun ziyası = ışıkları nefsin üzerine gelir ve bulutların aradan kalkmasıyla Mahbub-i Hakiki’nin sevgisi kalbe nüfuz eder. Karanlıkta uyuyanın, pencereden güneşin kendisine doğuşu esnasında uyanışı gibi uyanır; ve bu uyanışı değerlendirmeye çalışır. Değerlendirirse, Allah Azze ve Celle’nin sevgisi, firak = ayrılış ateşini kalbde alevlendirir. İşte bu alevlenmek tesiri gösterirse, tevbe sahih olur. Ve tevbe sahih olduğu takdirde vuslat kapıları açılır. Nitekim kudsi bir hadis-i şerifte: ………………… “kim Ben’im günahların bağışlanması üzerine Kudret Sahibi olduğumu biliyor = inanıyorsa, işlediği günahına değer vermeksizin bağışlarım; Benim’le bir şey eş koşmadığı müddetçe.” ; diğer bir hadis-i şerifte: …………………………. “Kişinin saadetinden biri de, ömrünün uzun olması ve Allah’ın, kendisine ciddi bir pişmanlıkla günahtan Zat-ı Şerifi’ne yönelmesini nasib etmesidir.” Buyrulmaktadır. “İnabe”, ihlas üzere bir daha günahlara dönememeyi azimlemek, tevbe ve istiğfarla Zat-ı Akdes Teala’ya yönelmektir. İnabe, tevbenin yüksek makamıdır. Yine bir hadis-i şerifte : ………………………… “Adem oğullarının hepsi hata işlemekte devam etmektedir. Hata edenlerin en hayrlısı, bir daha işlememeyi azimlemek şartıyla ihlas üzere Allah’a dönen tövbekar olanlardır” diğer bir hadis-i şerifte : ……………………… “Gücün yettiği nisbette Allah’ın takvasında devam et. Her taş ve ağacın yanında Allah’ı zikret. Hasbelbeşer bür günah yaptığında hassaten ona bir tevbeyi yap; gizlisinden gizlide, aleni olanlarda alenen” diye buyruldu.
Bu hadis-i şerifte, tevbenin en mühim şartı olan ihlas anlaşılmaktadır. Bu itibarla içinde kul hakkı olmayan günahlar hakkında tevbenin, geçmişte pişmanlık, halihazırda mahcubiyeti duyarak utanmak veyahut korkmak, istikbalde günahlara girmemeyi azimlemek, kaza edilmesi mümkün olan ibadetleri kaza etmek, Allah Azze ve Celle’nin, günahların bağışlanmasına muktedir olduğuna inanmak ve bütün bunlarda kalbi masivadan çevirip Allah Azze ve Celle’nin emrlerine yöneltmek yani ihlas olmak üzere altı şart vardır.
Bu altı şartın gerçekleşmesiyle nefs ruha mağlup olur, kablumbağa yahud kirpi gibi beyincik içerisine çekilir, hareketten düşer. Ve bu sayeden, dediğimiz gibi, her insan ruhunun merkezinde gizlenen Allah sevgisi yahud Allah korkusu fiile geçer. İlahi aşk dedikleri bu. Bu itibarla hadis-i şerifte: …………….. “Gerçekte Allah Teala, kapılgan çok tevbe edici genci sever” diğer bir hadis-i şerifte: …………….. Sizin en hayrlınız, günahın terkini azimet bağlayarak çok tevbe eden her gönlü kapılgan olanınızdır” buyrulmaktadır. Yani: Benlik, ğurur, kibirlilik gibi büyük günahlara kapılarak, ikide bir ğaflete düşerek günah işleyen yahud nefsinin şiddetli istek ve arzularının dolusuna yakalanıp, Huzur-u İlahi’ den uzaklaşmaktan yahud ebudiyet vasıflarında kusur işlemekten, Allah Azze ve Celle’nin Ali Huzuru’na dönüş yapmaya azim bağlayan ve bu azimle iradesini sık sık günahları işlemekten, İlahi emrlerin imtisaline ve nehiylerden içtinaba döndüren genci sever.
Bu hadis bir rivayette : ……………. “Herhangi bir şey, tevbe edici gençten Allah Teala’ya daha sevimli değildir”; diğer bir rivayette, …………………. “Gerçekte Allah, çok tevbe edici genci sever” lafızlarıyla varid oldu.
6-TEvbeye muvaffak olabilmek için altıncı vecibe, salih bir zatı arkadaş edinmektir.
Sehl bin Abdullah et-Tüsteri rahimehullah diyor ki: “Binaenaleyh tevbe, zemmedilen = kınanılan kötü hareketleri, övgüye layık makbul hareketlerle değiştirmektir. Bu da kötü arkadaşları terk etmekten ibaret halvet, sükut ve helali yemekle gerçekleşir”
Ebu Talib-i Mekki rahimehullah da diyor ki: “Tevbe, helal lokmanın kazanılmasından başkasıyla makbul olmaz. Helal lokmanın kazanılması da, Allah Teala’nın mahluk hakkında olan zekat gibi haklarını ve Allah Teala’ya mahsus insan üzerindeki namaz gibi haklarını ödemekten başka bir suretle gerçekleşmez”
Şeyh Kasım bin Osman el-Cudi diyor ki: “Tevbe, zulmen alınan hakları sahibine vermek, ma’siyeti terk etmek, helal lokmayı araştırmak = talep etmek ve farzları eda etmektir. Zulme uğratıldığınızda kesinlikle zulmetmeyin. Halk tarafından öğüldüğünüz zamanda kesinlikle ferahlanmayın; zemmedildiğiniz zamanda üzüntüye kapılmayın, telaşelenmeyin. Sözünün tekzib edildiği zaman kızmayın. Her şeye rağmen size hıyanet edildiyse bile kesinlikle hıyanet etmeyin. Tevbeden sonra bu beş hasletle muvaffak olursunuz” (26/s. 169-180)