Bu gördüğümüz insanlar, hayvanlar, gezegenler yok iken Allah Azze ve Celle var idi;
Zâtı'nı sevdi, sıfatlarını sevdi, isimlerini sevdi;
şu gördüğümüz bunca âlemi yoktan yarattı.
Binaenaleyh âlemin aslı vücud değil, ademdir = yokluktur.
Sonra birçok mahlukları yarattı;
isimlerini bilmediğimiz, tarif edemediğimiz, canlı cansız birçok şeyleri yarattı.
Bir kısmını Kendisi'ni tanıyıp Kendisi'ne ibadet etmeleri için hayrlı, hâlis ve pak yarattı. Bunlara «melek» denilmektedir. Melekler, daimi bir sûrette Allah Teâlâ'ya ibadet etmektedirler ve aslâ O'na isyan etmezler.
Allah Teâlâ bir kısım mahlukunu şerli yarattı. Bu kısım, şer işlemekten başka bir şey bilmezler. Bunlara da şeytan ve ervâh-ı habîse = habis ruhlar denilmektedir.
Madde âlemine gelince;
Allah Teâlâ cevheri = zerreyi, kürreleri de yarattı,
sonra yer kürresini yarattı;
yer kürresinin kabuğuna doğurmak, çoğaltma kabiliyeti gizletti, yani yer küresine mahsus hayat verdi;
yer kürresinden de mercanı yarattı, ağaçları yarattı, otları yarattı, hayvanları yarattı...
Kendilerine hareket, çoğalma kabiliyetini bahşetti.
Ve hayat denilen şey de, çoğalmak ve harekettir. Bu da iki kısımdır:
a-Sadece çoğalmaya elverişli, his ve hareketi olmayanlardır; madenlerden mercan, ağaçlar, çayırlar gibi. Bunlara «âlem-i nebat», «âlem-i eşcâr» denilmektedir.
b-Hayatla birlikte tabiî hareketi = avını tanımak bilgisini, avını yakalama usullerini, aynı zamanda aleyhinde gelen avcısını tanıma bilgisini, ondan korunma, kaçınma bilgisini bağışladı.
Bu bağış, yani hayat ve tabiî bilgi, hayvan âleminde vardır. Yani tabiat = âdet = istekli isteksiz avlamak = ister istemez avcısından kaçmak = gözü kestiği şeylere = aleyhinde, zararlı şeylere saldırma hissini = duygusunu verdi.
Bu hissî bilgiyi = manevi duyguları, amip hayvanına varıncaya kadar, bütün hayvanların sinir sistemleri içerisinde gizletti.
Sinir sistemleri içerisinde gizlenen bu bağış, haklarında bir kanun gibi oluverdi.
Nitekim bilim adamları buna «tabiî kanun» ismini vermektedirler, yani “Hayvanların sinir sistemleri içerisinde tabi'lenen hisler ve hislerin de azalarında fiile geçişi, fiilde devamı” demek istediler.
Aynı zamanda lehinde olanları celbetmek = avlama hissi verdi. Her hayvan hayatını tabiî kanun olan bu hissî bilgiyle eceli gelinceye kadar devam eder. Bu bizim konumuz değildir, ancak şunu demek isteriz:
Allah Teâlâ nasıl ki toprağın özünde gizlenen kimyevi unsurların tesir bakımından özelliklerini hayvana tahsis etti, hayvanlar da bu kimyevi unsurların birçok cüzlerinin bir araya gelmesinden hayat denilen his ve harekete sahib olduysa, doğrusu Allah Teâlâ, hayvanlardaki kimyevi unsurların tesirlerini hislerine dönüştürüp, maddenin aslı olan dönüşe döndürerek harekete çevirdi ise, böylece yer küresinin toprağının daha özünden ve suyunun tüm kimyevi cüzlerini bir araya getirip hamur gibi karıştırdı, insanı yarattı.
Hayvana tahsîs ettiği hissî ilmi yani tabiî kanunu insanın da sinir sistemi içerisinde gizletti; ayrıca hayvanlardan daha ziyade ruhla birlikte akıl ve iradeyi de bağışladı. Ve bu ilk insan... Âdem aleyhisselam... Şöyleki:
Allah Teâlâ meleklere emretti. Melekler de hayvanlara mahsus olan toprağın özünden daha öz kimyevi unsurları, cüzlerini topladılar, çorba gibi suyla yoğurdular, karıştırdılar; bir heykel haline getirdiler. Ama nasıl bir heykel...
Mesela sadece bir dişin, otuz cüz; kıl kadar sinir sistemine sahib...
Her bir cüz mideye postacılık yapabilecek, arasına girenin elemini, acısını, lezzetini idrak ederek haber verme kabiliyetinde...
Aralarına giren, bir kaşık pirincin içerisinde bir pirinç tanesinin dörtte biri kadar bir taş sebebiyle beyni hoplatacak kadar tahrikçi, hassas... Yiyeceklerini kemirmeye son derece elverişli... Sadece bir diş...
Hem mesela, bir baş parmağın eklemi sayılmayacak kadar ufak ufak cüzlerden tertiblenmiş kemik, kemik üstüne örülmüş sinir sistemi, örümcek ağının iplerinden daha ince telleri... Şöyleki:
Beyinciğin kendisine vereceği emrle istediğini nakşeder, yazar, dokur, keser. Aynı zamanda dokunduğu şeyleri, sıcak, soğuk, sert, düz, mesela kılıcın keskin olup olmamasından dimağa haber verecek kadar birçok özellikler, hissî ilim...
Sadece insanda Allah Teâlâ'nın yaratmış olduğu parmak ucu, mu'cize olarak kâfi gelecek kadardır.
Böylece tırnak ve parmaktan beyne varıncaya kadar rakam almaz derecede etiyle birlikte örülmüş file... Hassas, tabiî bilgiye sahib...
File dediğimiz, hayvan gibi avını tanır, amma tabiî bilgiyle birlikte akıl ve iradesiyle peşine koşar, yakalamayı bilir, avcısından kaçar, ondan gizlenmeyi bilir ve böylece hayatın bütün levâzımlarını, Allah Teâlâ'nın vermiş olduğu tabiî ilimle bilir; doğar doğmaz emmeyi güzel becerir; hoşuna gelen nağmeleri dinler, kendini teselli eder... Güler, ağlar... Ağlayışı, o güzel ruh âleminden hicret ederek ğurbete düşmesi ve beden kafesi içerisine girişindendir.