بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Zaman Hareket Hayat

Bu gördüğümüz insanlar, hayvanlar, gezegenler yok iken Allah Azze ve Celle var idi;
Zâtı'nı sevdi, sıfatlarını sevdi, isimlerini sevdi;
şu gördüğümüz bunca âlemi yoktan yarattı.
Binaenaleyh âlemin aslı vücud değil, ademdir = yokluktur. 

Sonra birçok mahlukları yarattı;
isimlerini bilmediğimiz, tarif edemediğimiz, canlı cansız birçok şey­leri yarattı.

Bir kısmını Kendisi'ni tanıyıp Kendisi'ne ibadet etmeleri için hayrlı, hâlis ve pak yarattı. Bunlara «melek» denilmektedir. Melekler, daimi bir sûrette Allah Teâlâ'ya ibadet etmektedirler ve aslâ O'na isyan etmezler.

Allah Teâlâ bir kısım mahlukunu şerli yarattı. Bu kısım, şer işlemekten başka bir şey bilmezler. Bunlara da şeytan ve ervâh-ı habîse = habis ruhlar denilmektedir.

Madde âlemine gelince;
Allah Teâlâ cevheri = zerreyi, kürreleri de yarattı,
sonra yer kürresini ya­rattı;
yer kürresinin kabuğuna doğurmak, çoğaltma kabiliyeti gizletti, yani yer küresine mahsus hayat verdi;
yer kürresinden de mercanı yarattı, ağaçları yarattı, otları yarattı, hayvanları yarattı...
Kendilerine hareket, çoğalma kabiliyetini bahşetti.
Ve hayat denilen şey de, çoğalmak ve harekettir. Bu da iki kısımdır:

a-Sadece çoğalmaya elverişli, his ve hareketi ol­mayanlardır; madenlerden mercan, ağaçlar, çayırlar gibi. Bunlara «âlem-i nebat», «âlem-i eşcâr» denilmektedir.

b-Hayatla birlikte tabiî hareketi = avını tanımak bilgisini, avını yakalama usullerini, aynı zamanda aleyhinde gelen avcısını tanıma bilgisini, ondan korunma, kaçınma bilgisini bağışladı.

Bu bağış, yani hayat ve tabiî bilgi, hayvan âleminde vardır. Yani tabiat = âdet = istekli isteksiz avlamak = ister istemez avcısından kaçmak = gözü kestiği şeylere = aleyhinde, zararlı şeylere saldırma hissini = duygusunu verdi.
Bu hissî bilgiyi = manevi duyguları, amip hayvanına varıncaya kadar, bütün hayvanların sinir sistemleri içerisinde gizletti.

Sinir sistemleri içerisinde gizlenen bu bağış, haklarında bir kanun gibi oluverdi.
Nitekim bilim adamları buna «tabiî kanun» ismini vermektedirler, yani “Hayvanların sinir sistemleri içerisinde tabi'le­nen hisler ve hislerin de azalarında fiile geçişi, fiilde devamı” demek istediler.

Aynı zamanda lehinde olanları celbetmek = avlama hissi verdi. Her hayvan hayatını tabiî kanun olan bu hissî bilgiyle eceli gelinceye kadar devam eder. Bu bizim konumuz değildir, ancak şunu demek isteriz:

Allah Teâlâ nasıl ki toprağın özünde gizlenen kimyevi unsurların tesir bakımından özelliklerini hay­vana tahsis etti, hayvanlar da bu kimyevi unsurların birçok cüzlerinin bir araya gelmesinden hayat denilen his ve harekete sahib olduysa, doğrusu Allah Teâlâ, hayvanlardaki kimyevi unsurların tesirlerini hislerine dönüştürüp, maddenin aslı olan dönüşe döndürerek harekete çevirdi ise, böylece yer küresinin toprağının daha özünden ve suyunun tüm kim­yevi cüzlerini bir araya getirip hamur gibi karıştırdı, insanı yarattı.

Hayvana tahsîs ettiği hissî ilmi yani tabiî kanunu insanın da sinir sistemi içerisinde gizletti; ayrıca hayvanlardan daha ziyade ruhla birlikte akıl ve iradeyi de bağışladı. Ve bu ilk insan... Âdem aley­hisselam... Şöyleki:

Allah Teâlâ meleklere emretti. Melekler de hayvanlara mahsus olan toprağın özünden daha öz kimyevi unsurları, cüzlerini topladılar, çorba gibi suyla yoğurdular, karıştırdılar; bir heykel haline getirdiler. Ama nasıl bir heykel...

Mesela sadece bir dişin, otuz cüz; kıl kadar sinir sistemine sahib...

Her bir cüz mideye postacılık yapabilecek, ara­sına girenin elemini, acısını, lezzetini idrak ederek haber verme kabiliyetinde...

Aralarına giren, bir kaşık pirincin içerisinde bir pirinç tanesinin dörtte biri kadar bir taş sebebiyle beyni hoplatacak kadar tahrikçi, hassas... Yiyeceklerini kemirmeye son derece elverişli... Sadece bir diş...

Hem mesela, bir baş parmağın eklemi sayılma­yacak kadar ufak ufak cüzlerden tertiblenmiş kemik, kemik üstüne örülmüş sinir sistemi, örümcek ağının iplerinden daha ince telleri... Şöyleki:

Beyinciğin kendisine vereceği emrle istediğini nakşeder, yazar, dokur, keser. Aynı zamanda do­kunduğu şeyleri, sıcak, soğuk, sert, düz, mesela kı­lıcın keskin olup olmamasından dimağa haber verecek kadar birçok özellikler, hissî ilim...

Sadece insanda Allah Teâlâ'nın yaratmış oldu­ğu parmak ucu, mu'cize olarak kâfi gelecek kadar­dır.

Böylece tırnak ve parmaktan beyne varıncaya kadar rakam almaz derecede etiyle birlikte örülmüş file... Hassas, tabiî bilgiye sahib...

File dediğimiz, hayvan gibi avını tanır, amma tabiî bilgiyle birlikte akıl ve iradesiyle peşine koşar, yakalamayı bilir, avcısından kaçar, ondan gizlenmeyi bilir ve böylece hayatın bütün levâzımlarını, Allah Teâlâ'nın vermiş olduğu tabiî ilimle bilir; doğar doğmaz emmeyi güzel becerir; hoşuna gelen nağ­meleri dinler, kendini teselli eder... Güler, ağlar... Ağlayışı, o güzel ruh âleminden hicret ederek ğur­bete düşmesi ve beden kafesi içerisine girişindendir.



.......................................................................

....................................................................


Not:Hayat denilen şey zamanın akışı, zaman ışık hızı ile akıyor, zamanın akışı hareketi sağlıyor, hareket ile birlikte his, hayatı oluşturuyor. 

Film şeritinde sadece bir resim var, ardarda gelen resimler hareketi oluşturuyor, hareketli görünene canlı diyoruz, canlılık hisle beraber hayatı oluşturuyor.

Mahluk için hayat; film şeridindeki resim; görüntü, hakiki hayatı yok, zamanın akışı yani birbiri ardına gelen resimler izafi hayatı oluşturuyor. Daimi ve sürekli yaratılış...

Daimi ve sürekli yaratılış, yokluğu varlık gibi gösteriyor. hareketsizi hareketli gibi gösteriyor.