بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Feth Suresi ayet 29

Bütün özelliği ile bilinen ve tanınan ashab radıyallahu Teala anhum, gerek kalbi tasdik olarak, gerek kavlen ve gerekse fiilen gereğince kendisine iman ettiler, hakkıyla kendisinden din öğrendiler, öğrendiklerini hakkıyla öğrettiler ve dinini özelliğiyle bildirdiler. Nihayet güzel bir yüzün, yanaktaki benek gibi insanlar arasına ta’limde birer lider oldular. Bundan böyle Allah Azze ve Celle onları 
"Muhammed, Allah'ın Rasulüdür. Onlarla beraber olan zevatlar da kafirlere karşı son derece metanetli, sert ve dinlerine şiddetle bağlıdırlar. Kendi aralarında ise, birbirlerine lutf-u merhamet etmektedirler. Onların yekpare rüku' ve secde halinde olduklarını, Allah Teala'dan fazl-u keremini, rızasını taleb ettiklerini görürsün. İman ve İslamın belirtisi = secdenin eseri yüzlerinde görülmektedir." [el-Feth Suresi ayet 29 ] buyurmasıyla vasıflamıştır.

Hicri 510’da vefat eden imam, müfessir, muhaddis, fakih Ebu Muhammed el-Hüseyn bin Me’sud el-Ferra’ el-Beğavi bu ayetin tefsirinde diyor ki: "Muhammed, Allah'ın Rasulüdür.” tek başına bir cümledir. Burada İbn Abbas’ın buyurduğu üzere, Allah Azze ve Celle Muhammed’e risaleti verdiğine şehadet etmiştir. Sonra beraberinde olanların vasıflarını beyan etmeye başlayarak, “Onlarla beraber olan zevatlar da kafirlere karşı son derece metanetli, sert ve dinlerine şiddetle bağlıdırlar.” diye buyurdu. Yani beraberinde olan Mü’min sahabiler, yavrusu üzerinde yatağında aslan gibi idiler; kafirlere karşı sert ve muhafazakardırlar; haklarında hiçbir şefkat düşünmezler ve korkularına dahi yakalanmazlardı, demektir. 

 “Kendi aralarında ise, birbirlerine lutf-u merhamet etmektedirler.” Yani “Birbirlerine şefkat ve merhametle eğilmekte, kalben ve ruhen babayla evlad sevgisi gibi bazıları diğer bazılarını sevmekteydiler; Mü’minlere karşı zillet ve tevazu kanatlarını yere kadar germekteydiler; kafirlere karşı ise kavlen mukaddes islam dinini yücelterek, fiilen de izzetini izhar etmekteydiler” demektir.

“Onların yekpare rüku' ve secde halinde olduklarını, Allah Teala'dan fazl-u keremini, rızasını taleb ettiklerini görürsün.” Yani “Titizlikle namazı ikame ettiklerini; devamlı bir surette cemaatle birlikte namaz kılmakta olduklarını; bununla sadece Allah Teala’nın kendilerini cennete sokmasını ve nimetlerini kazandırmasını istediklerini; bundan böyle inanç ve tatbiklerinden dolayı başlarına ne geleceğine bakmaksızın sadece Allah Teala’nın kendilerinden razı olmasını ciddiyetle istediklerini görürsün.Şöyleki :  “İman ve İslamın belirtisi = secdenin eseri yüzlerinde görülmektedir." ve Peygamber’in beraberinde olan ashab, yüzlerindeki sima yani secdenin eseriyle tanınıyorlardı.
Müfessir İbni Kesir rahimehullahu Teala da diyor ki: “Onların yekpare rüku' ve secde halinde olduklarını, Allah Teala'dan fazl-u keremini, rızasını taleb ettiklerini görürsün.” cümlesinde Allah Teala onları,
a-Çok güzel amel yapmak,
b-Çokça namaz kılmak,
c-Amellerin en hayrlısı olarak cemaatle namazlarını kılmak,
d-Bunca amellerde dünyevi herhangi bir ğayeyi amellerine sebeb etmeksizin ihlas, doğrusu amellerini uhrevi amaçlardan başka her şeyden arındırmak,
e-İbadetin karşılığını yani sevabını, sadece Allah Teala’dan beklemek olmak üzere beş vasıfla vasıflamıştır.
Şübhesiz amellerin mukabilinde verilen sevab da, Allah Teala’nın fazl-ı keremiyle, kendilerine bol rızk vermesiyle ve Allah Teala’nın razı olmasıyla kuşatılan cennettir. Ve Allah Teala’nın rızasının kazanılması hepsinden daha büyüktür. Nitekim Allah Teala:  “Allah Teala’nın razı olması her şeyden büyüktür” [Et-Tevbe Suresi ayet 72] diye buyurmaktadır.
Ali Bin Ebi Talha’nın İbni Abbas radıyallahu Teala anhuma’dan naklettiği üzere İbnu Abbas demiştir ki: “Allah Teala’nın : “İman ve İslamın belirtisi = secdenin eseri yüzlerinde görülmektedir." buyurmasındaki  “yüzlerinde”n murad zatlarıdır, yani şahsiyetleridir, yani iffet, şecaat, şehavet, ilmi ve ameli hikmetten ibaret adalet gibi güzel ahlak şahsiyetlerinde besbelli görülmektedir, demektir” Ve işte ashab, bu övülen vasıflar ve hoş hallerle tanınıyorlardı ve bu vasıfla kendilerinden sonra kendilerine tabi’ olanlara birer lider, muallim olmayı hak ettiler. Ashab-ı Kiram radıyallahu Teala anhum, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’le düşüp kalkmaları, O büyük zatı müşahade etmeleri, hizmetine girmeleri, içtenlikle kendilerine sevgi beslemeleri, daimi olarak her şeyleriyle hizmetinde bulunmaları sayesinden, övülen vasıflar ve güzel hasletlerden büyük pay aldılar. Ve insanlar için çıkarılmış en hayrlı örnek oldular, ilmin barajları oldular, kendilerine tabi’ olanlara lider oldular.
İnsanların Efendisi aleyhissalatu vesselam’ın hayatından sonra da sohbetinin bereketiyle yollarında giden tabi’lerine lider oldular. Ne mutludur onlar! Müjdeler olsun onlara! Müjdeler olsun onların gördüklerine, müjdeler olsun onları gören kimselere. 

Zira onlardan işitmekten daha fazla huzurlarında ve gıyablarında öyle zevatların yüzlerine bakmak, siretlerini düşünmek, insanların ruhlarının derinliğinde daha güzel, daha fazla hayrlı niyetleri eker ve işler. Sufiler teslim, sevgi ve ihlasla bu bakışa kalbi rabıta demektedirler. Bundan böyle denildi ki: “Hayrın hepsi, ashab ve tabiin ve tebe’-i tabiin ve ardınca giden öncekilere ittiba’ = uymaktadır. Şerrin hepsi de, onlara muhalefet ederek sonradan moda çıkaran halefin bid’atlerindedir." (28/s.10-12)