بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Nefsin iki hâli vardır

Şeyh Abdulkâdir Geylânî kaddesallâhu sirrah-us-Subhânî diyor ki: <
   Belaya yakalandığı zaman feryad eder, sebeblerden korkar, şikayet eder, kader-i İlâhî'ye karşı itirazda bulunur, sümme hâşâ, Rabb Teâlâ'nın Rubûbiyeti'ni töhmet altına alır, sabırsız olur, Allah Teâlâ'nın hükmüne rıza göstermez, hatta muvâfakat da etmez, sû-i edeb ve tesiri sebeblere isnad etmekle şirke düşer.
   Afiyet ve nimette olduğu zaman, oburluk yapar, kibirliliği taslar, istek ve arzularına uyarak nimetleri sadece kendisine tahsis etmek ister, şehvânî isteklerinden herhangi birisine ulaştı mı, hemen akabinde başka bir isteğini yerine getirmeye çalışır. Ulaştığı her bir nimetten daha â'lasına ulaşmayı arzular. Allah Teâlâ tarafından istediği verildikçe, sahibini daha zor bir duruma sevk eder. Ve nihayetsiz maksadları var; hepsine ulaşmak ister.
   Bir bela başına geldi mi, kurtuluşunu diler; kurtuldu ise, yine edepsizliğine dalar. Onun ıslâhı, istek ve arzusundan ayrılıp Rabb'inin hükm-ü kazasını kabul etmesidir. Ne vakit ki, kendi kendine tapmaktan kurtulup Rabb'ine Mü'min bir abd olursa, işte o andan itibaren Allah Teâlâ da onu ahiretine zarar verecek şeylerden korur. Nitekim hadîs-i şerîfte:
اِنَّ اللهَ تَعَالَى لَيَحْمِي عَبْدَهُ الْمُؤْمِنَ مِنَ الدُّنْيَا وَهـُوَ يُحِبُّهُ كَمَا تَحْمُونَ مَرِيضَكُمُ الطَّعَامَ وَالشَّرَابَ تَخَافُونَ عَلَيْهِ 
"Gerçekte Allah Teâlâ Mü'min kulunu dünyanın fâni lezzetlerinden korur; kulu o fâni lezzetleri sevdiği halde. Nitekim kendisinden korktuğunuz için hastalarınızı yemek ve içmekten koruduğunuz gibi." diye buyrulmaktadır.>> [26/s.57-58]