بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

İbrahim Hakkı Hazretleri

İbrahim Hakkı Hazretleri Hicri 1115, Miladi 1703 yılında Erzurum’a bağlı Hasankale İlçesi’nde doğmuştur. Babası Molla Osman, bir mürşit aramak maksadıyla Tillo’ya gelmiş, burada İsmail Fakirullah Hazretleri’ni bularak hizmetine girmiştir.
Babasının arkasından İbrahim Hakkı da amcası Ali ile birlikte Tillo’ya gelmiştir. Okuma çağındayken İsmail Fakirullah Hazretleri’ne talebe olup, o günün şartlarına göre çok ileri seviyede dini ve fenni ilimler tahsil etmiştir. Bunun üzerine hem dini ilimlerde, hem de fenni ilimlerde üstünlüğü ifade eden “Zülcenaheyn” yani “İki kanatlı” ünvanını elde etmiştir. Bu sırada hocası ve şeyhi olan İsmail Fakirullah Hazretleri’nin tarikatı olan “Uveysiyye” tarikatına intisap etmiştir.
Büyük mütefekkir İbrahim Hakkı Hazretleri hadis ve fıkıhta, tasavvuf ve edebiyatta, psikoloji ve sosyolojide, tıp ve astronomide ve pek çok ilim dalında büyük bir kudret ve yetenek göstermiştir. Doğunun yetiştirdiği bu büyük alim, kısa zamanda dünya çapında ün salmıştır. İslam alemine ve insanlığa bıraktığı değerli eserler, onun şahsiyetinin ve ilminin faziletini gösterir.
Mürşidi ve hocası İsmail Fakirullah Hazretleri’nin vefatından sonra irşad ve öğretim görevlerini hocasının oğlu Abdulkadir-i Sani Hazretleri ile birlikte devralarak hayatı boyunca sürdürmüştür.
İbrahim Hakkı Hazretleri üç sefer Hacc’a gitmiştir. İlk hac farizasını 1738’de, ikincisini 1763’te, son haccını da 1767’de yapmıştır.
İbrahim Hakkı Hazretleri 1758’de İstanbul’a gitmiş, bu gidişinde saraya özel olarak davet edilmiştir. O zamanın sultanı I. Mahmud tarafından davet edilmesinin sebebi daha önce sultan ile İsmail Fakirullah Hazretleri arasındaki haberleşme olmuştur. İbrahim Hakkı Hazretleri sarayda bulunduğu müddetçe, zamanının çoğunu saray kütüphanesinde geçirmiştir, bir süre sonra yeniden Tillo’ya dönmüştür.
Hicri 1194, Miladi 1780’de 77 yaşında iken Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kendi arzusu üzerine Mürşidi İsmail Fakirullah Hazretleri için daha önce yaptırdığı ve kozmografik bir özelliğe sahip olan türbede, mürşidinin ayaklarının ucuna defnedilmiştir.
 
İsmail Fakirullah Hazretleri ve İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Türbesi :         
Bir büyük ve iki küçük kubbenin örttüğü iki oda ve bir hol ile bir kuleden ibarettir. Türbenin asıl özelliği; Tillo’nun 3-4 Km. doğusundaki bir tepe üzerine yapılmış olan duvardaki 40x50 Cm boyundaki pencereden her yıl; gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart günü, yeni doğan güneşin ilk ışınları, türbenin tümü kale duvarının etkisiyle gölgede kalırken, pencere boşluğundan geçip, türbe kulesinin penceresine vurarak kırılmak suretiyle İsmail Fakirullah’a ait sandukanın baş tarafını aydınlatmasıdır. Bununla ilgili “yeni yılda doğan ilk güneş, hocamın baş ucunu aydınlatmazsa, ben o güneşi neyleyim.” Sözü İbrahim Hakkı’nın hocasına olan saygısını göstermektedir.
 
Ne yazık ki bu ışık düzeni, türbenin restorasyonu sırasında bozulmuş bulunmaktadır. Avrupa’nın bir çok uzman bilim adamı, bütün uğraşlarına rağmen bu ışık düzenini eski orijinal haline getirememişlerdir.
 
 
İsmail Fakirullah Hazretleri ve İbrahim Hakkı Hazretleri Müzesi :
            Tillo tarihi eserler yönünden çok zengindir. İbrahim Hakkı’nın kullandığı kozmoğrafya aletleri, haritalar, güneş sistemi ile ilgili tahta küreler, el yazması çok değerli kitaplarla düşünüre ait çeşitli eşyalar halen Tillo’daki torunlarında bulunmaktadır.
 
İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Eserleri :
            İlk ana eseri Divanı’dır. 1755’te yazılmış. 1847’de Mehmed Said tarafından İstanbul’da basılmıştır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Divanı ismini taşır. 230 sayfadır. İlâhiname, Aşknâme, Hazretleri Muhammed’i öven bir şiir ve kendi halini, niteliğini bildiren bir manzumesi vardır. Divanı büyük oğlu İsmail Fehim’e ithaf edilmiştir. İsmail Fehim astronomi ve müzikle uğraşan güzel kanun, santur çalan bir zattır. Kendisinin çalmış olduğu 74 telli bir santuru vardı. İbrahim Hakkı Divanı’nda musiki ile ilgili “Musikiye Dair Nazım” adlı bir şiir bulunmaktadır.
 
İkinci ana eseri Marifetname’dir. Ansiklopedi türündedir. 1757’de yazılmıştır. 1836 ve 1864’te Mısır’da 1868, 1889 ve 1914’te İstanbul’da basılmıştır. Ortalama 600 büyük sayfadır. El yazmaları 2 cilt olup, halen Tillo’da torunlarından Sadettin TOPRAK tarafından muhafaza edilmektedir.
 
Eser bir önsöz, üç büyük bölüm ve bir sonsöz ihtiva eder. Her bölüm daha alt bölümlere ayrılmıştır. Önsöz tamamen dinidir.
Birinci bölüm Fenn-i Evvel’dir. Allah’ın varlığını, birliğini anlattıktan sonra yalın ve bileşik cisimleri, madenleri, bitkileri ve nihayet insanı anlatır. Sonra geometri, astronomi ve takvim konuları yer alır. Coğrafyaya ait bölümünde 100’den fazla ilin hangi enlem ve boylamda olduğunu göstermiştir. Ayrıca, “Hiçbir çağda yerin döndüğüne inananlar eksik olmamıştır.” demiştir.
 
İkinci bölümde fenn-i Sani, anatomi, fizyoloji gibi bilimler yer alır. İnsan vücudunu estetik bakımdan da incelemiş, araya beyitler sıkıştırmıştır. Vücut yapısı ile huy arasındaki ilişkiye inanmış ve bunu şiirle anlatmıştır. Bu bölümün sonunda ruha, sağlığa ve ölüme ait geniş bilgi vardır.
 
Üçüncü bölüm olan fenn-i Salis, dini, ilahi ve felsefi içeriklidir.
 
Kırk sayfa tutan son bölüm törebilimdir diyebiliriz. Öğretimin yol ve yöntemini, öğrencinin üstadına takınacağı tutumu, ana ve babaya karşı saygı ve sevgi, evlenme ve evlenmede aranacak nitelikler, karı-kocanın birbiriyle ilişkileri töresi, çocuklara karşı görevleri, akraba, hizmetçi, komşu, dost, halk ve bilginlerle görüşüp konuşma yolu ve töreleri yer alır. Sayın Rauf İNAN, İbrahim Hakkı’nın bu cephesini incelerken, O’nu ilk eğitim filozofumuz olarak tanıtır.
 
Marifetname, Arapça ve Farsça’ya da çevrilmiştir.
İbrahim Hakkı’nın üçüncü büyük eseri İrfaniye’dir. 1761’de yazılmıştır. 495 sayfadır. Arapça, Farsça ve Türkçe bölümleri vardır. Konusu “Kendisini bilmeyen, Rabbini bilemez.” anlamındaki hadistir. İnsan vücudu evrene benzetilmiştir. Vücutta akıl, evrende Rab gibidir. Şöyle öğütleri vardır: “Tekkelerde eğlenmeyip, ilim meclisine gelesin. Herkese şefkat nazarı ile bakıp hakir görmeyesin ve hizmet buyurmayasın. Tezyi-i zahiri koyup gökçek ahlak ile tezyi-i bâtına gidersin.” demektedir.
 
Dördüncü ana eseri İnsaniye’dir. 1763’te yazılmıştır. 722 sayfadır. Kendisi bu eseri için “140 kitaptan üç lisan üzre cem ettim.” diyor. Oğlu İsmail Fehim ve amcazadesi Yusuf Nedim’in el yazısı olan iki nüshası torunlarında vardır.
 
Beşinci büyük eseri Mecmuat-ül Mani, 1765’te yazılmıştır. Kayınbiraderi Mustafa Fani’nin el yazısı olan bir nüshası Mehmet Ali Benderli’de vardır. Bu kitapta münacaatlar, şükürnameler ve Şifa-üs Sudur başlığı altında topladığı manzumeleri vardır. Fakirullah’ın ölümü, oğul ve torunlarının doğumuna, hacca gidişine ait düşürdüğü tarihler de bu kitaptadır. Arapça, Farsça ve Türkçe bir de sözlüğü vardır. Arapça ve Farsça’dan dilimize alınan kelimelerin imlalarını, Türkçe söylenişlerine göre sesli harf koyarak yazmıştır. Mesih İbrahim Hakkıoğlu diyor ki: “Bu sözlüğü incelemeden evvel, İbrahim Hakkı’nın mektuplarında müjde, aslan, sokak gibi kelimelerin yazılışını görüp şaşırdım. İbrahim Hakkı gibi Arapça ve Farsça’yı ana dili gibi bilen, bu dillerde yazılmış yüzlerce eseri inceleyen bir bilginin mektuplarında imla hatası yapmasına akıl erer miydi? Ancak bu sözlüğü inceledikten sonra bir çığır açmak istediğini anladım.”
 
            İbrahim Hakkı’nın günümüze kadar kalmış bir de Ruzname’si vardır. 1753 yılında yapılmış, yüzyıllarca takvim işini görebildiği için Devr-i Daim de denen araç, 52,5 Cm çapında bir ağaç çembere gerilmiş derinin bir çok daire ve yarıçaplara bölünmesi ile meydana gelmiştir. Siirt ve Tillo gibi 40. Enlemde bulunan yerlere göre düzenlenmiştir. Bir göç yılının herhangi bir ayının bir günü aranırken bunun haftanın hangi günü olduğu, o gün güneşin kaçta doğup battığı kolayca bulunabilir. Duvar ve cep takvimlerinin bulunmadığı bir dönemde bu aracın önemi açıktır.
 
Bu açıklamalardan sonra İbrahim Hakkı Hazretleri’nin tespit edilebilen 58 eserini şöyle sıralayabiliriz.
 
             1- Seyr-u Süluk :1722 yılında yazılmıştır. Eser Arapça olup, bir tasavvuf kitabıdır.
   2- Süluk-u Tarikil-Fena :1726 yılında yazılmıştır. Eser Arapça bir tasavvuf kitabıdır.
   3- Lubbul-Kutub :1740 yılında yazılmıştır. Eser 4 cilt olup, seçme şiirlerden derlenmiştir.
   4- Tecvit :1749 yılında yazılmıştır. Eser tecvitle ilgilidir.
   5- Saatname :1750 yılında yazılmıştır. Eser zaman belirleme usullerini içerir.
   6- Tertib’ul-Ülum :1751 yılında yazılmıştır. Eser manzum olup, dini ve içtimai konuları içerir.
   7- Menazil’ul-Kamer :1752 yılında yazılmıştır. Eserde mevsimlerle, aylarla ilgili bilgiler vardır.
   8- İhtiyarat’ül-Kamer :1752 yılında yazılmıştır. Eser gezegenler ve takvimlerle ilgili bilgileri içerir.
   9- Gurre-Name :1752 yılında yazılmıştır. Eser takvimi hesapları kapsıyor.
 10-  Rûz-Name :1752 yılında yazılmıştır. Eser ağaçtan yaptığı takvimin kullanılışını izah ediyor.
 11-  Divan-ı İlahi-Name :1755 yılında yazılmıştır. Eser Türkçe manzum ve tasavvufidir.
 12-  Mahzen-Ül-Esrar :1755 yılında yazılmıştır. Eser manzum olup, tasavvufidir.
 13-  Marifetname :1757 yılında yazılmıştır. Eser Türkçe olup, tasavvuf, astronomi, anatomi, geometri, psikoloji ve edebiyat konularını içeriyor. Orjinali 2 cilttir.
 14-  Tezkirat’ül-Ehbab :1757 yılında yazılmıştır. Eser Arapça olup, Şeyh İsmail Fakirullah’ın hayatını konu ediniyor.
 15-  Mecmuat’ul-İrfanniye :1761 yılında yazılmıştır. Eser tasavvufidir.
 16-  Mecmuat’ul-İnsanniye :1763 yılında yazılmıştır. Eser nazımdır.
 17-  Hısn’ul-Arifin :1765 yılında yazılmıştır. Eser sırrın izahı ile ilgilidir.
 18-  Vuslat-Name :1765 yılında yazılmıştır. Eser nazımdır.
 19-  Mir’at’ul-Kevneyn :1765 yılında yazılmıştır. Eser Arapça nazımdır.
 20-  Kuvt-i Can :1765 yılında yazılmıştır. Eser şeyhinin menkıbelerini içeriyor.
 21-  Noş-i Can :1765 yılında yazılmıştır. Türkçe ve Farsça beyitleri içine alıyor.
 22-  Mecmuat’ül-Meani :1765 yılında yazılmıştır. Eser mana ilimleri ile ilgilidir.
 23-  Rub’ul Muceyyeb :1765 yılında yazılmıştır. Eser yeryüzünün enlem ve boylamlarının, saat vakitlerinin nasıl bulunabileceğinden, kıble ve yön tayininden, dağların yükseklikleri ile engebeli mesafelerin ölçülmesine dair usulleri içerir.
 24-  Tuhfet’ul-Kiram :1766 yılında yazılmıştır. Eser Arapça ve Farsça’dır.
 25-  Celal’ul-Kulub :1766 yılında yazılmıştır. Eser çok değerli manevi telkin ve tavsiyeleri içerir.
 26-  El-İnsan’ul Kamil :1766 yılında yazılmıştır. Eser Türkçe olup, olgun bir insan modelini takdim ediyor.
 27-  Nuhbet’ul-Kelam :1768 yılında yazılmıştır. Eser Arapça, Farsça ve Türkçe’dir.
 28-  Meşarik’ul-Yuh :1771 yılında yazılmıştır. Eser Arapça, Farsça ve Türkçe olup, değişik kaynaklardan derlenmiştir.
 29-  Avamil ve Kavaid’ul-Farisiyye :Eserler Fars Dili’nin bazı gramer kurallarını içeriyor.
 30-  Aynı Eser, 
          31-  Sefinetu-Nuh :1773 yılında yazılmıştır. Eser üç dilde yazılmış manzumdur.
 32-  Kenz’ul-Fütuh :1774 yılında yazılmıştır. Eser tasavvufa dair nazımdır.
 33-  Definetur-Ruh :1775 yılında yazılmıştır. Eser Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmıştır.
 34-  Kitab’ul-Alem :1775 yılında yazılmıştır. Eser Arapça’dır.
 35-  Ruhuş-Şüruh :1776 yılında yazılmıştır. Eser İlahi-Name adlı eserinden derlenmiştir.
 36-  Akidet’ul-İman :1777 yılında yazılmıştır. Eser Arapça olup, çocuklar için imani bilgiler içeriyor.
 37-  Urvetil-İslam :1777 yılında yazılmıştır. Eser Marifetname’den alınmıştır.
 38-  Ulfet’ul-Enam :1777 yılında yazılmıştır. Eser Arapça’dır.
 39-  Hey’et’ul-İslam :1777 yılında yazılmıştır. Eser tefsir ve hadis ilimleri ile ilgilidir.
 40-  Vasiyet-Name :1778 yılında yazılmıştır. Eser Oğlu İsmail Fehim’e yazdığı mektupları ihtiva ediyor.
 41-  Mürşid’ul-Muteehhiliyn :Eser ailevi konular içeriyor.
 42-  Muntehebat-i Manzume :Eser tasavvufi beyitlerden oluşturulmuştur.
 43-  Şükür-Name :Eser Manzumdur.
 44-  İkbal-Name :Eser ahlaki konuları içerir. Nazımdır.
 45-  İstihrac-i Amal-i Felekiyye :Eser astronomi ile ilgili nazımdır.
 46-  Süluk-i Tarik-i Nakşibendi :Eser Nakşi Tarikatı’nın usullerini izah ediyor.
 47-  Ed’iye-i Mensure,
 48- Şifa-ul Sudur,
 49-  Uzletname,
 50-  Ulfet’ul-Kulub,
 51-  Menkubus-Sır,
 52-  Nefy’ul-Vücud,
 53-  Vahdet-Name,
 54-  Teferrüc-Name,
 55-  Manzume-i Avamil,
 56-  Sırr’ul-Sır,
 57-  Kelimatu-Fakirullah,
 58-  Lubbul-Lub,
 
İbrahim Hakkı Erzurûmî Hazretleri, ilmin durgunlaştığı 18. yüzyıl Osmanlı dünyasında, doğunun sarp kayalıkları arasında, H.1115 / M.18 Mayıs 1703 tarihinde Erzurum'un Hasankale ilçesinde doğdu. Dedesi Dursun Mehmed oğlu Molla Bekir, babası Derviş lakaplı Osman Efendi, annesi de Hasankale yakınlarındaki Kındığı Köyünden, Hz. Peygamber (s.a.v) soyundan gelen, şeyh oğlu merhum Dede Mahmud kızı Hanife Hatun’du.
İbrahim Hakkı, yedi yaşına geldiğinde annesi Seyyide Hanife Hâtun'u kaybetti. Bunun üzerine babası Osman Efendi, İbrâhim'i amcası Molla Ali’ye emânet etti ve kendisini tasavvufta yetiştirecek bir rehber, âlim aramak için sefere çıktı. Uzun süren arayış sonunda Siirt’in Tillo köyüne gelerek İsmâil Fakîrullah Hazretlerini buldu ve buradan dersler almaya başladı. Ondan ilim öğrenmek ve hizmet etmek için geceli-gündüzlü çalışırken, dokuz yaşına basan öksüz İbrâhim Hakkı’da baba hasretiyle yanmaktaydı. Amcası Molla Ali Efendi, İbrâhim Hakkı'yı alarak Tillo'ya babasının yanına götürdü.
İbrâhim Hakkı Hazretleri Tillo'da babasına kavuşmasını şöyle anlatır:
"Ben dokuz yaşında idim. Ali amcam beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo'ya girdik. Dergâha vardığımızda, babam ile hocası namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzü, bana, pederimden daha yakın geldi. O anda yüzünün cezbesi gönlümü aldı. Aklım, onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Gönlümü ona kaptırdım. Babam beni kendi odasına götürdü. Şefkat ile ilim öğretip, lütuf ile terbiye etmeye başladı."
İbrâhim Hakkı Hazretleri, babasından tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimleri öğrendi. Babasının arkadaşı Molla Muhammed Sıhrânî hazretlerinden de, astronomi, matematik gibi zamânın fen ilimlerini tahsîl etti. Allah (c.c)’ın zâtında ve sıfatlarında mârifet sâhibi olmak, hasta kalbine şifâ bulmak için de İsmâil Fakîrullah hazretlerinin sohbeti ve hizmetiyle şereflendi.
İbrâhim Hakkı hazretleri on yedi yaşında yetim kalmasını ise şöyle anlatır: “H.1132 / M.1720 senesinde, benim çok sevdiğim, bana analık da yapmak durumunda kalan babam, dert ortağım, üzüntülerimin gidericisi, hücredaşım, gurbet yoldaşım Derviş Osman Efendi, Cumâ gecesi sabaha yakın dünyâdan ahirete göçtü. Hak yolunda can verip Allah'a kavuştu. Maksadına ulaşarak rahmet deryâsına daldı. Bu yetim o gece başka misâfir odasında yattı. Sabahleyin kalkıp, hasta babamı görmek istediğimde, oradakiler bana; ‘Git, önce namazını kıl, sonra gel. Hasta şimdi rahatladı’ dediler. Bu söze inanıp mescide gittim. Namazdan sonra odamıza geldiğimde babamın vefât ettiğini gördüm. Benim de rahatım gitti. Gönül evim karardı. Bir anda babamın ayrılık hasretiyle virânelerdeki kuşlara döndüm. Öyle feryâd etmek istedim ki, sesim göklere çıkacaktı. Ben bu hâlde iken o merhamet membâı mübârek hocam geldi. Benden o üzüntü ve elemi aldı. Ben de kalkıp kendi kendime; ‘Şimdi ayıptır, sabredeyim. Hocam gittikten sonra nasıl ağlayacağımı ben bilirim’ dedim. Mübârek hocamız herkese selâm verip, garîb oğlu Derviş Osman Efendinin başı ucunda oturdu. Ruhuna bir Fâtiha okuyup, sevâbını bağışladı ve murâkabeye daldı. Ben hocamın karşısında, babamın da ayak ucunda idim. Hocamız oradan ayrıldıktan sonra babamın yüzünü açıp baktım. Güler gibi bir hâli vardı. Yüzü nûrlu, bedeni sıcak ve yumuşak idi. Sanki uyuyordu. Cenâze namazına çevre köyler ve bütün Siirt halkı geldi. Namazını hocamız kıldırdı. Onun vefâtına benden başka herkes üzüldü. Âlemin babası olan hocamız, bu yetimine şefkat edip iltifât eylediğinden, merhum babamdan sonra onun hizmetleri bize mîras kaldı. Mübârek hocam, bu bozuk huyluyu nice hikmet şurupları ile terbiye eyledi. Kalb hastalıklarından beni kurtardıktan sonra, kendi muhabbeti ile yaktı. Böylece bende, ahiret hâllerinde yakîn hâsıl oldu. Tevekkül etme, dert ve belâlara, ibâdete ısrarla devâm etmeye tahammül, her işe rızâ gösterme hâli hâsıl oldu. Pek kıymetli, lezîz nîmetler ihsân edildi. Hepsinden daha evlâsı ve kıymetlisi ise, Allah'(c.c)ın zâtında ve sıfatlarında bilgi sâhibi olmaya, mârifetullaha kavuştum.”
İbrâhim Hakkı hazretleri, babasının vefâtından sonra hocasının emriyle Erzurum'a gitti. Amcalarının da teşvikleriyle burada sekiz sene daha ilim tahsîl etti. Buradaki tahsîlini bitirdiğinde gönlü, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerinin ateşiyle yanıyordu. H.1141 / M.1728 senesinde yirmi beş yaşlarında iken tekrar Tillo'ya gitti. Burada hocasının H.1147 / M.1734 senesinde vefâtına kadar hizmetiyle şereflendi. Sonra Erzurum'a döndü. Küçük yaşta ayrıldığı Hasankale'ye gedip yerleşti. Burada evlendikten sonra İstanbul'a gitti. Sultan Mahmûd Han ile görüştü ve saray kütüphânesinde çalışmalar yaptı. Bir sene sonra da talebe yetiştirmek üzere Erzurum’daki Abdurrahmân Gâzi Zâviyesine tâyin edilerek Erzurum'a geldi. Bundan sonra talebe yetiştirmek için uzun ve yorucu bir çalışmaya girdi. Bu dönemde hanımı Firdevs Hâtun'dan, İsmâil Fehim ve Ahmed Naîmî isminde iki oğlu dünyâya geldi. H.1168 / M.1755 senesinde tekrar İstanbul'a gitti. Sarayda, dîvân kâtibi Ali Efendi başta olmak üzere, pek çok kimselerle dost oldu. Sultan Üçüncü Mustafa Han zamânında da Abdurrahmân Gâzî zâviyesinin berâtı yenilenerek buradaki eğitim hizmetine devam etti.
İbrâhim Hakkı hazretleri, H.1177 / M.1763 senesinde, hâtıralara bağlılığı ve vefâ duygusunun çokluğundan, hocasının memleketi olan Tillo'ya ziyarete gitti. İsmâil Fakîrullah hazretlerinin kızı Fâtıma Hâtunla evlenerek orada kaldı. Eğitim vermeye burada da devâm eden İbrâhim Hakkı hazretleri bir sene sonra hacca gitti. Tillo'ya dönüşünde tekrar talebe okutmaya devam etti.

H.1192 / M.1778 senesinde ömrünün sonlarına yaklaşan İbrâhim Hakkı, vasiyetnâmesini yazdı. Sık sık hastalanması sebebiyle bizzat kendisi kitap yazmak için uğraşamıyordu. Ancak yazdırmak sûretiyle kalan ömrünü bereketlendirmek istiyordu. Bu sebeple oğullarının kâtib olarak yardım etmelerini istedi. Kendisi söyleyip oğulları yazdılar. Nihâyet H. 19 Cemâziyelahir 1194 / M. 22 Haziran 1780 târihinde bir Perşembe günü vefât etti. Tillo'da, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerinin kabrine komşu olacak şekilde defnedildi. Hayâtını ilim öğrenmek, öğretmek ve kitap yazmakla geçiren İbrâhim Hakkı hazretleri vefât ettiğinde hayatta olan, iki oğlu ve iki kızı vardı. Bunlardan oğulları, İsmâil Fehim ve Muhammed Şâkir'di. Babasının nesli Muhammed Şâkir’le devam etmiştir. Kızları Şemsî Âişe ile Hanîfe Hâtun'du.