بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Gençlerimizi Cehmiyye­leştirdiler

Şeyh İbrahim Hakkı;
41.Beyt: «Bizim Peygamber'in = Peyamber'in ahkâm-ı şer'î öy­le bâkîdir
Ki ehli mahşeri bu şeri'le fasledecek Allah» demesiyle Cehmiyye, Cebriyye, Mu'tezile ve sapık mezhebleri reddederler.

 Cehmiyyeler derler ki: İslam şeriati, son zama­nın insanlarına kâfî gelmez.
            Maatteessüf, hâli hazırdaki müslümanların kısmi a'zamîsi onların görüşünün çılgınlığına kaymakta, bataklığına saplanmaktadırlar.

            Evet, birçok insanlar gençlerimizi de Cehmiyye­leştirdiler. Bir kısmı da Hâricî gibi yaptılar. Çünkü Hâricîler de: “Allah'ın hükmüyle hükmetmeyen mutlaka kafirdir.” derler. Bu bahaneyle kendisinden ya­hud toplumundan başkasını küfürde hayvan gibi görürler.

            Maâzallah bir kısmı, sadece Kur'an mealini ele alıp, ayet mealleriyle hükmederler. Hadislere de, be­şer fikrine dahil ederek, vaz'î kanun gibi inanırlar.

            Ashâb-ı kirâmın büyüklerinin fetvâlarına dil uza­tırlar. Dahası ya kupkuru lüğat manasıyla «Zâhirî» yahud da büsbütün manasından uzaklaşıp türlü tevillerle «Râfizî» ve «Bâtınî»ler gibi, Kur'ân'ı kendi akıllarına göre mana ederler.
            İmam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî gibi zevâtın mezhebinden çıkarlar; meali yazanın mezhebinde, doğ­rusu kendileri ihdas ettikleri mezhebde yürürler.
            Her bir köşede bir müctehid...
            Kafasında bir mezheb(!)..
            Dilinde bir felsefe...
            “Biz Kur'an'la hükmederiz.” diyerek hadis ilminden kaçınırlar.

            Tirmizî, İbnu Mâce, Beyhakî ve Dârakutnî'nin tahric ettikleri Mikdam bin Ma'dîkerib radıyallahu an­hu'dan nakledilen şu hadîs-i şerîf hepsini reddetmektedir:يُوشِكُ الرَّجُلُ مُتَّكِئًا عَلَى اَرِيكَتِهِ يُحَدَّثُ بِحَدِيثٍ مِنْ حَدِيثِى فَيَقُولُ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ كِتَابُ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ فَمَا وَجَدْنَا فِيهِ مِنْ حَلاَلٍ اِسْتَحْلَلْنَاهُ وَمَا وَجَدْنَا فِيهِ مِنْ حَرَامٍ حَرَّمْنَاهُ اَلاَ وَ اِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِثْلُ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ “Umulur ki bir adam kendisine mahsus tahtına yaslanır da, hadislerimden bir hadis dile getirilirken: "Bizimle si­zin aranızda hakem olarak Allah Azze ve Celle'nin kitabı vardır. İçinde helal bulduğumuzu helal ederiz; haram bulduğumuzu haram kılarız." der. Dikkat edin! Gerçekte Rasûlullah'ın haram kıldığı şeyler de Allah Teâlâ'nın haram kıldığının misli kadardır.”

            Bu hadîs-i şerîfin mu'cizesi bizim zamanımızda apaçık ortaya çıkmaktadır ve şu ayet-i kerîmelerle teyid olunmaktadır:
            وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الهَوَى اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحَى “O başıboş konuşmuyor. Konuşması da görüşü değildir. O ancak vahiydir. Ona ilham edilmiştir.”[[2]]

            Ulemâmız, imamlarımız dediler ki: Peygamber'in sünneti ayet gibidir. Ona vahiy olarak gelmiştir. Şu kadar ki, vahy-i metluv = Kur'an değildir.
            وَمَا اٰتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا “Rasû­lüm'ün size getirdiği şeyleri tutun. Sizi sakındırdığı yasaklarına da son verin.”[[3]] Şübhesiz «şeyleri» ke­limesi, Peygamber'in, Kur'ân'ın tefsîrinde beyan et­miş olduğu emr ve yasaklarıdır = sünnetleri = şeriati = dînidir. Ve nitekim konu hadîsinin sonunda:

            e-اَلاَ وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِثْلُ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ “Dikkat edin! Gerçekte Rasûlullah'ın haram kıldığı şeyler de Allah Teâlâ'nın haram kıldığının misli kadardır.” buyurması, bu ayetin = Haşr Sûresi 7. ayetinin aynısıdır.

            Bu itibarla Hicrî 388'de vefat eden İmam Hat­tâbî'den naklen Hicrî 671'de vefat eden İmam Kurtubî diyor ki: «Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, zâhirî olan metluv vahyi kadar, bâtınî ve ğayri metluv olan vahyi ile de ahkâmı beyan etmiştir. Aynı zamanda vahy-i metluv yani okunması ibadet olan Kur'an kadar, Kur'an değil, tefsîri olarak Ona vahyedilmiştir. Buna vahy-i ğayri metluv denildi. Öyleyse, kendisi ahkâmı çıkarmakta serbesttir. Dilediği vecihle ayeti beyan ve izah eder, hükmünü tahsis eder. Hâsılı Onun sünneti de hükmü beyan etmekte aynen Kur'an gibidir.»
            “Mevdû hadis vardır.” demek bahanesiyle hadisleri büsbütün ortadan çıkarmak isteyenler, hadis ilmini bilmiş olsalardı, kimin, nerede, ne gibi kelime, harf değiştirdiğini dahi ortaya koyan ulemânın bunca emeğini görmüş olsalardı, herhalde hadîsi terk etmeye, onunla ameli bırakmaya cür'et etmezlerdi.

            Hicrî 672'de vefat eden Mevleviyye tarîkatinin pîri ve müessissi, allâme, müfessir, sofî, Ârif-u Billah Celâleddîn-i Rûmî[[4]] gerek peygamberlere itibar vermeyen, «Berâhime» ve «Semeniye» felsefelerine saplanan feylesofları, gerekse müslüman fırkaların­dan felsefe hayranları olan Mu'tezile, gerekse Ha­vâricî ve Râfizî fırkalarının itikadlarını reddederek Mesnevîsi'nde diyor ki:

شَاهْ بُودُ و شَاهْ بَسْ اٰگَاهْ بَوَدْ * خَاصْ بَوَدْ وُ خَاصَّۀِ اَللّٰهْ بَوَدْ
Eğer şah, hakîkaten şah ise = takva ise, elbette Allah Teâlâ'dan ğâfil olmaz, uyanık olur; Allah Teâ­lâ'nın nezdinde makbul, has olur, saf olur; Hakk'ın hizmetçisi, halkın sultanı olur.
اٰنْ كَسِے را كه چُنِينْ شَاهِى كَشْد * سُوى بُخْتُ وُ بَهْتَرِينْ جَاهِى گَشْدْ
Bu sefâ = refah, yani Hakk'ın hizmetçiliği, halkın sul­tanlığı mertebesi kime ulaşırsa, elbet en mutlu insan, en bahtiyar, devlet, makam ve saadetin her tür­lü vesilelerine sahib olur.
گَـرْ نَدِيدِى سُودِ اُو دَرْ قَـهْــرِ اُو * كِى شُدِى اٰنْ لُطْفِ مُطْلَقْ قَهْرِ جُو
Binaenaleyh eğer bir kul, Hakk Teâlâ'nın kahrında rahmetini, lutfunu, ihsanını görmezse, elbette o koyu kahrına uğrar. Yani Allah Teâlâ, kendisine vermiş olduğu nimeti aleyhine çevirir, kahreder.
            Yahud da: Sen de Hakk Teâlâ'nın kahrında lutuf ve merhametini, mürşidinin de azarlamasında şef­katini gör ki, sen de sultan olasın, Hakk'ın lutfuyla zafer alasın.
بُچَّهْ مِيلَرْزَنْدْ اَزَانْ نِـيشِ حَـجَـامْ * مَا دَرِ مُشْفِقْ دَرَانْ دَمْ شَاهِ كَامْ
 
Bak; yavru, jiletin = iğnenin sivriliğinden elbette idraksizliğinden korkar; son derece şefkatli anne o anda neşter vurur = iğne vurur; vurmasıyla da sevinir; doğrusu çocuğun feryadı şefkatini akıtır, şifâyı celbeder.
نِيمِ جَانْ بِسْتَانْدُ صَدْ جَان دَهَدْ * اٰنْكِـهْ دَرْ وَهْمَتْ نَيَايَدْ اٰنْ دَهَــدْ
Hak Teâlâ, “Bana ibadet et” demekle senden yarım can alır; yüz can verir, aklına, vehmine gelmeyen nice lutf-u ihsan verir. Yahud enbiyâ-i izâm ve evliyâ-i kiram, senden yarım can ister; versen, yüz can verir, vehmine aklına gelmeyen nimet verir, lutfeder.
تُو قِيَاسِ اَزْخُويِشْ مِيگِيرِى وَلِيكْ * دُورِ دُورْ اَفـْتَادَۂ بِنَكْرِ تُونِيكْ
Sakın ha! Kudsî ve pek âlî sözlerini, kendi sözlerine = şahıslarını kendi şahsına kıyas etmeye mi cür'et ediyorsun?! Eğer böyle cür'etin varsa, sen, insan­lıktan çok uzaksın.