Furkan/2 Yûnus/61 El-Enbiya/30
فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا “Allah Teâlâ yaratmış olduğu muayyen mikdarlardaki mahlukunu = zerreyi, kürreyi, belli parçalara, belli özelliklere tahsis etmekle hüküm etti.”[[1]]
buyrulan ayetin hükmünce “zerreyi, belli parçalara, belli özelliklere tahsis etmesi”nden murad, eski ulemâmızın cevher diye tarif ettikleri, yer almaya muhtac olmasına rağmen kendi kendini idare eden maddeler = zerrelerin, elektron, proton, nötron olmak üzere parçalarıdır. Bu zerreler yahud bu cevherlerin dengesini sağlayanlar elektron, proton, nötron asıl cüzlerdir. Özellikleri diye ifade ettiğimiz yani kendisi kendi varlığını sağlamayan, bilakis ancak cevherlere = zerrelere bitişmekle varlığı gerçekleşen, arazlardır; şekil, cüzlerin arasındaki boşluk, hareket ve sükûn gibi.
İş böyle olunca cevherler, bizzat kendileri düşünülebilir, konu olabilir, fakat araz müstakil olarak düşünülmez, bilakis cevherlere teb'an düşünülebilir yahud da konu olabilir; yakut taşın rengi gibi. Yani renk ve şekil, arazlardır. Bu ğarib ve acîb, hayret verici üç cüzden mürekkeb zerre, kendisine tahsis edilen arazıyla, vasfıyla birlikte şaşmaz, belli, muayyen bir nizam üzere Allah'ın emr-u fermânıyla devam eder; o yarattığı proton ve elektronların adedi birbirini takib eder. Lâkin bununla beraber nötronların adedi aslâ proton ve elektronun adedini takib etmez. Küçük miskal halinde tartılması mümkün olanında hal bu iken, ne bakarsın, ağır tartıda yani uranyumda ise çekirdeğin etrafında takrîben iki yüz otuz sekiz protona mukabil, iki yüz otuz sekiz elektron bulunur. Aynı zamanda unsurların ihtilafı, proton ve elektronun adedlerinin muhtelif olmasından meydana gelir. Bazen de çekirdeklerin muvafakatından muhtelif zerreler elektron halini alırlar.
وَمَا يَعْذُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِى
الاَرْضِ وَلاَ فِى السَّمَاءِ وَلاَ اَصْغَرَ مِنْ ذَالِكَ وَلاَ اَكْبَرَ اِلاَّ فِى كِتَاب مُبِينٍ
“Her halukârda ne yerde, ne gökte zerreler ağırlığınca hiçbir şey Rabb'inden gizlenmez. Bu zerreden daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık kitabda = Levh-i Mahfuz'da da bulunmamış olsun.”[[2]] mealindeki ayet-i kerîmede اَصْغَرَ مِنْ ذَالِك “Bu zerreden daha küçüğü”nden muradın, zerrenin küçük parçası olması, nötron gibi; اَكْبَرَ “daha büyüğü”nden muradın, zerrenin en büyük parçası olması, elektron, proton gibi cüzler de muhtemeldir. Her halukârda bugün ilmin keşfetmiş olduğu, insana varıncaya kadar canlıların yaşamasına en büyük yardımcı hidrojenin de, miskâl-i zerresi, bir elektrondan ve bir protondan oluşmaktadır. Yer, ay ve sair gezegenler fezada yüzdüğü, aralarında belli bir mesafe olduğu gibi, konu olan madde yahud zerrenin Hâlık'ı, zerreyi de öyle yaratmıştır, aralarında zerrenin cüzlerine göre boşlukları, mesafeleri tayin etmiştir; suda yosunlaşma ile başlayan canlılık, insana varıncaya kadar en mükemmel sûretine, teşekkülâtına ulaşmıştır. Ve insanı, ahsen-i takvim'de üstün ve seçkin, akıl ve iradeli olarak yaratmıştır; yarattığı her bir cevhere, insanın dimağına, akciğerine, karaciğerine, böbreklerine, kalbine varıncaya kadar, birçok vasıfları, özellikleri tahsis etmiştir. Ve bu itibarla Kur'ân-ı Hakîm'de Cenâb-ı Hakk Teâlâ insanları Tevhîde davet ederek اَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا اَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ المَاءِ كُلَّ شَىْءٍ حَىٍّ اَفَلاَ يُؤْمِنُونَ
“İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim onları birbirinden yarıp ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmayacaklar mı?”[[3]] diye buyurmaktadır. Güneş pencereden yünden yapılmış sergiye ışık saçtığı zaman, görülen ufak ufak cüzlere benzeterek Kur'ân-ı Hakîm'de Allah Teâlâ, kainatın ondan oluştuğu şeye zerre ismini vererek, zerreyi dahi Kendisi yoktan var ettiğini, yukarıda yaptığımız izahtan daha geniş bir manayla beyan buyurmuştur. [27/152-154]
[[1]]Furkan Sûresi ayet 2
[[2]]Yûnus Sûresi ayet 61
[[3]]El-Enbiya Sûresi ayet 30.. Tabiat ilimlerindeki gelişmeler, bu ayetin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Ancak Kur'ân-ı Hakîm hiçbir görüşe bağlı ve tâbi' değildir. İlmî hakîkatler isabetli olduğu nisbette Kur'ân-ı Hakîm'e tefsir olur. Nitekim bazı ilim adamlarına göre uzaydaki cisimler, vaktiyle bir gaz kütlesi halinde idi. Zamanla bu gaz kütlesinden kürreler halinde parçalar kopmuş ve uzay boşluğuna fırlamıştır. Aynı şekilde, dünyamız da bir gaz kütlesi olan güneşten kopmuş ve zaman içinde soğuyarak kabuk bağlamıştır. Bu arada dünyamızdan yükselen gazlar ve buharlar, yoğunlaşarak yağmur şeklinde tekrar dünyaya dökülmüş ve böylece denizler ve okyanuslar meydana gelmiş; suda yosunlaşma ile başlayan canlılık, insana varıncaya kadar en mükemmele ulaşmıştır. Ve bu bir mu'cizedir. Zira bizler, ilmin bunca inkişâfından önce de ayet-i kerîmenin bu hakîkatine inanıyoruz. Ve ayet-i kerîmeleri, dediğimiz gibi, bilim adamlarının kafasına uydurmaya kalkışmayız.