Mezheb; Kitab yani Kur'ân'a, Sünnet yani Peygamber'in sözüne, fiiline ve takrîrine ve ümmet ulemâsının söz birliğine tıpatıp muvafık çalışmaktır. [27/s.86]
Mezhebler ; Dört mezheb (vardır). Birincisi, İmâm-ı A'zam Nu'mân bin Sâbit el-Hanefî, ikincisi, Muhammed bin İdris eş-Şâfiî el-Kureşî, üçüncüsü, Hicrî 179'da vefat eden Mâlik bin Enes el-Esbahî, dördüncüsü, Hicrî 241'te vefat eden Ahmed bin Hanbel, imamlarımızdır, Allah hepsinden razı olsun. Bunların gittikleri yol, yani mezhebleri haktır, dosdoğrudur. [27/s.85]
Ashabdan sonra iki hayrlı asırda yaşayan müctehidler, evvela ayete, hadîse = sünnete = Peygamber'in sözüne, fiiline, takrîrine,
İkinci kez ayet ve hadîsin hükmünün nesholup olmamasına, lüğatine, örfî manasına,
Üçüncü kez, nesholmadıysa yani hadîsin tarihini tesbitten sonra ashabın bu ayet yahud şu hadisle nasıl amel ettiğine yahud nasıl söylediğine,
Dördüncü kez, söyleyenin kimliğine, yani meseleyi izah eden yahud ayete mana veren yahud hadîsi nakledenin metodoloji olarak hayatına bakarlardı.
Hayatını ele alarak: Takvâ mı, değil mi, salih mi, değil mi, inandığı yahud işlediği bid'ati var mı, yok mu? Bid'atine davet eder mi, etmez mi?
Bütün bunlarda bu muvaffakiyetlerden sonra beşinci kez, takva, vera', salahiyetle birlikte adalet, sıdk = doğru söz söylemek = dürüstlüğüne bakarlar;
Kabul ettilerse, ne söylediğine, ne için söylediğine, nasıl söylediğine bakarlardı. Aynı zamanda ashabın sözüne, fiillerine bakarlardı, düşünürlerdi, çalışmalarının nihayetinde aldıkları neticeyi yazarlardı, tesbit ederlerdi. Bu tesbit ve yazıya mezheb denilir. Mesela, İmâm-ı A'zam radıyallahu anhu'nun halkasında hadis âlimleri, fıkıh âlimleri, hâfızlar otururlardı; sorulan meselenin delillerini ortaya koyarlardı. Delillerini yazmaksızın aldıkları neticeyi yazarlardı. Bu yazı ve tesbit, İmâm-ı A'zam'ın mezhebi oldu..[27/s.259]