İmamı Tayin Etmekte Şöyle İnanırız 86-87. Beytlerin Şerhi
İMAMI TAYİN ETMEKTE ŞÖYLE İNANIRIZ
Aslında kâmilen hilâfet, Hazreti Hasan radıyallahu Teâlâ anhu'ya kadar devam etmiştir. Bundan sonra dört hulefâ-i râşidîn gibi halîfe tayin edilmemiştir. Amma yine de imam = sultan = tüm müslümanlara âmirin tayin edilmesiyle ümmetin birliği, beraberlik ve vahdet korunmuştur.
İmamı tayin etmek, aslen i'tikâdî meselelerden değildir. Fakat Şer'î ve Dînî hükümleri infaz etmek, dînî cezaları vermek, İslam ve müslümanlara gelebilecek zararlara sed çekmek, askerleri techiz etmek, müslümanlardan sadakaları alıp yerli yerine sarf etmek, yankesicileri, hırsızları, müslümanların birliğini bozanları edeblendirmek, cum'â ve cemaatleri, bayram namazlarını ikâme etmek, mahlukun arasında çekişmeleri kesmek, hukûken şahadetleri kabul etmek, kimsesiz çocukları evlendirmek, küffardan alınan ğanimeti adalet üzere taksim etmek olmak üzere on iki sebebden dolayı tüm müslümanlara hükümdarı tayin etmek hem i'tikâdî meselelere, hem de fürû' ve fıkhî meselelere girdi.
Müslümanlar, emîri tayin etmekten daha ziyade daimi olarak birliği düşünmüşler.
Birliğin manası da, Şâfiî, Şâfiî olarak, Hanefî, Hanefî olarak, Hanbelî, Hanbelî olarak, Nakşibendî, Nakşibendî olarak, Kâdirî, Kâdirî olarak, hâsılı hak ve gerçek mezheb ve meşreb mensublarının, olduğu gibi, dînî merasimde bulunmaları, cihadda cebheye koşmalarıyla safa gelmeleridir.
Mesela hac şu anda da Şeriate göre devam eden bir dînî merasimdir. Beş vakit namazı kılmakta, Arafat'a toplanmakta, imamın mezhebi, meşrebi, cinsi, ırkı, nev'i sorulmamaktadır. Herkes beş vakit namazda dahi büyük cemaate iştirak etmektedirler. Görürsün, kıyafetleri, dilleri, boyları değişik değişik her tabaka insanlar, imamın «Allahu Ekber» deyişiyle namaza dururlar; imamlarıyla birlikte Allah Teâlâ'ya tapmaktadırlar. Cüz'î cahillerin istisnasıyla birlikte birbirine bakışları ğayet samimi, sevgileri, saygıları yerli yerinde. Nitekim Şeyh İbrahim Hakkı rahimehullah, bu meseleyi dahi sonradan:
وَ بَـرّ وُ فـَاجِــرَه اُويُـوبْ نَـمَـازِمْ قِـيلُـورَمْ بِـيـلَــه
هَـمْ اٰنْـلَـرِينْ جَـنـَازَه سِـى نَمَـازِيــــنْ قِـيلُـورَمْ لِلّٰهْ
«Ve berr-u fâcire uyub namazım kılıram bile
Hem anların cenazesi namazın kılıram Lillah
Salihe de fâsıka da uyup namazımı kılarım. Salih olsun fâsık olsun, her müslümanın cenaze namazını Allah için kılarım.» demekle ifade edecektir.
Müslümanlar, hak halîfelerden sonra da, dînî merasimlerde bu birliği, beraberliği devam edegelmişlerdir. Amma şimdi, yani içinde yaşamış olduğumuz asırda ise, ne imam var ne cemaat.
Her ferdin, imamı tayin etmekten sorumlu olmaklığını i'tikad olarak dile getirerek Şeyh İbrahim Hakkı bize şunu öğretmektedir:
اِمَامُ الْمُسْـلِمِيـنْ سُلْطَانْ مُسْـلِمْ حُرّ مُكَـلَّـفْ هَمْ
قُرَيْشِـى ظَـاهِرْ اُولاَلِى اِيـدُوبْ تَنْفِيـذِ حُكْمُ اللّٰهْ
İmâm-ul-Müslimîn sultan Müslim hür mükellef hem
Kureyşî zâhir olâlı edib tenfîz-i Hükmullah
Müslümanlara imam olacak sultan; müslim, hür, mükellef, Kureyşî ve açıkta olmalıdır ki, Allah'ın ahkâmını infaz etsin.
Bu beytte imamın altı vasfını öğretti:
1-Birincisi, müslümanların imamının, hükümdar olmasıdır. Yani müslümanlara yahud İslama dil uzatanları edeblendirmesi, yukarıda sayılan: Şer'î ve dînî hükümleri infaz etmek, dînî cezaları vermek, İslam ve müslümanlara gelebilecek zararlara sed çekmek, askerleri techiz etmek, müslümanlardan sadakaları alıp yerli yerine sarf etmek, yankesicileri, hırsızları, müslümanların birliğini bozanları edeblendirmek, cum'â ve cemaatleri, bayram namazlarını ikâme etmek, mahlukun arasında çekişmeleri kesmek, hukûken şahadetleri kabul etmek, kimsesiz çocukları evlendirmek, küffardan alınan ğanimeti adalet üzere taksim etmek olmak üzere on iki hasletin infazına = fiilî icrâsına güçlü olması demektir. Buna gücü olmayan kimsenin imâmetliği sahih değildir. Kendilerine bîat ettirseler dahi bîatleri bâtıldır.
2-İkincisi, muktedir olan = on iki hasletin infazına = fiilî icrâsına güçlü olan imamın müslüman olmasıdır. Binaenaleyh kafirin aslâ, fâsıkın da başlangıçta imâmetliği sahih olmaz. Çünkü küfür ve fıskın, iman ve takvaya ğalebe çalması söz konusu olur. Zaten çıban başı da bu idi.
3-Hür olmasıdır. Mesela kölenin imâmetliği sahih olmaz.
4-Buluğ çağına ermiş, akıllı olmaklığıdır. Binaenaleyh delinin, çocuğun imamlığı sahih olmaz.
5-Kureyşî olmalıdır. Buhârî ve Müslim'in de tahric ettikleri, Ebû Hureyre, Câbir, Ebû Bekr radıyallahu anhum'dan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasûlulullah sallallâhu aleyhi ve sellem:اَلاَئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْكُمْ حَقّاً وَلَكُمْ عَلَيْهِمْ حَقّاً مِثْلَ ذَالِكَ مَا اِنِ اسْتُرْحِمُوا فَرَحِمُوا وَاِنْ عَاهَدُوا وَفَوْا وَاِنْ حَكَمُوا عَدَلُوا فَمَنْ لَمْ يَفْعَلْ ذَالِكَ مِنْهُمْ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالمَلاَئِكَةُ وَالنَّاسُ اَجْمَعِينَ “İmamlar Kureyş'tendir: Onların sizin üzerinizde hakları vardır; sizin de bunun benzeri onların üzerinde haklarınız vardır; merhamet istenildiği zaman merhamet ederlerse, antlaştıkları zaman sözlerini yerine getirlerse, hüküm ettikleri zaman adaletle hükmederlerse. Onlardan bunu işlemeyen kimsenin üzerine Allah'ın meleklerin ve bütün insanların laneti olsun.” buyurmuştur. Ehli Sünnet vel'Cemaatin ittifakıyla, kendisinde yukarıdaki şartlar bulunan Kureyş'ten birisi bulunduğu müddetçe, imâmetliğe o tayin edilir.
“İmamlar kureyş'tendir.” haber-i âhaddır. Haber-i âhadla farz veyahud vacib tesbit edilir mi?
Buna cevaben: Bir kere bu hadis haber-i âhad sayılmaz. Hadi dediğin gibi haber-i âhad olsa dahi, bu hadisle amel etmekte ashâb-ı kiram dört halîfe üzerinde ittifak ettiler. Hüküm, onların icmâıyla = söz birliğiyle dahi sabit olmaktadır.
Aynı zamanda اَلاَئِمَّةُ kelimesi, cinsin hakîkatini beyan eden ma'rife olarak zikredilmiştir = mübtedâ = konu olmuştur. Böyle ma'rife olan mübtedâ, konu edilen cinsin hakîkatine mahsus olan özel vasıfları beyan etmek ve vasfın da haberde hududlandırılması içindir, yani tarif içindir. İş böyle olunca, haber sûretinde olan cümle, inşâ' = emr manasını alır. Emr ise, vücubun ifade edilmesine hüccettir. Ve bu cihetle farzı ifade eder. Bu takdirde hadîsin manası: “Kureyş cinsinden imametlik vasfını taşıyan birisini halîfe = hükümdar = sultan = imam edin.”
Farzın sâkıt olup olmaması, iktidara bağlıdır. Ayrı bir konudur. Uzun uzadı ondan bahsetmek yeri değildir.
Hicrî 544'te vefat eden, zamanında ehli hadîsin imamı, belâğat ve meânî ilimlerinde büyük pâyeye ulaşan, fakih, muhaddis ve müfessir Ebu-l-Fadl İyaz bin Musa bin Amrun el-Yahsubî es-Sibtî, meşhur Kâdı İyaz diyor ki: «Bütün Ehli Sünnet ulemâsının mezhebi budur. Bu şartta, Mu'tezileden ve Havâricîden başka, müslümanlardan sapık kollar dahi ittifak etmektedirler. Kureyş'ten bu vasıflara haiz bulunmadığı takdirde, kendisinde bu vasıflar bulunan birisine bîat edilebilir. Bu dahi icmâ' ile sabittir.» demektedir. Ümmetin icmâı hüccettir.
وَلِى هَاشِـمْلِى هَمْ مَعْصُومْ اُولْمَـقْ شَرطْ دَكِلْدِرْ كِيــمْ
اُو فِسْقُ وجَوْر اِيچُونْ هِيچْ مُنْعَزِلْ اُولْمَازْ بِشَرْعِ اللّٰهْ
Velî Hâşimli hem ma'sûm olmak şart değildir kim
O fısk-u cevr için hiç mün'azil olmaz Bişer'illah
Lakin Hâşimî ve masum olması şart değildir. Bîat edildiği zamanda takva sahibi olup sonra o, fısk ve cefa vermekle, Allah'ın şeriatiyle aslâ azlolunmaz.