بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Kabir ve Ahiret Gününe Şöyle İnanıyoruz 53-61. Beytlerin Şerhi

KABİR VE AHİRET GÜNÜNE ŞÖYLE İNANIYORUZ

 قَبِـرْدَه مَيِّـتَه مُـنْكَـــرْ نَـكِيــرْ دُرتْ شَـىْ سُؤَالْ اَيْـلَـــرْ

كِه رَبِّكْ كِمْ نَبِيكْ كِمْ نَه دِرْ دِينِكْ وَ قِبْلَه كْ گَاهْ

«Kabirde meyyite Münker Nekir dört şey sual eyler

Ki rabb'in kim nebin kim nedir dînin ve kıblengah

Ölene kabirde Nekir ve Münker adlı melekler gelip dört şey sorarlar: Rabb'in kim, peygamber'in kim, dî­nin nedir, kıblen neresi?.

جَوَابِنْ وِيرَه نِكْ جَانِى اِيلَه جِسْمِى ذَوْق اِيدَرْ اٰنْدَه

شَاشُـوبْ كُفـَّارُ و عَاصِيلَرْ چَـكَرْ اٰنْدَه عَـــذَابُ اللّٰهْ

Cevabın verenin canı ile cismi zevk eder anda

Şaşıb küffâr-u âsiler çeker anda Azâbullah

Cevabını veren, ruh ve cismiyle zevki tadar. Kafir ve âsîler şaşırırlar ve Allah'ın azabını çekerler.» demekle Şeyh İbrahim Hakkı rahimehullah, kabir aza­bını inkar eden bid'atçileri reddetti.

            Kabir azabı hakkında sahih birçok hadisler ol­masına rağmen bazı bid'atçiler, bilhassa feylesoflara uyan Mu'tezile mezhebinde olanlar: "Kabrin aza­bı, sabit değildir."; diğer bazıları: "Kabir hakkındaki hadisleri tasavvufçular çıkarmıştır." demek bahanesiyle kabrin azabını inkar ettiler.

            Amma iş onun aksinedir. Zira kabrin azabı, hem ayetle hem de hadisle sabittir.

            İşte Ehli Sünnet şu ayet-i kerîmeden delil alarak kabrin azabını, ayet ve hadîse dayanarak imanla ka­bul etmektedirler. Ancak kabirde azabın keyfiyetini bilmeyiz; onunla mükellef de değiliz. Bilgisini Allah'a havale ettiler. Telkînin, duanın faidesi, ölülere vardır; ilerde gelecektir.فَوَقَاهُ اللّٰهُ سَيِّئٰاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ العَذَابِ اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَ عَشِيّاً وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ اَدْخِلُوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ العَذَابِ “Hakk Celle ve A'lâ, fir'avnın ve fir'avnın ehlinin kötü ve çirkin hilelerinden o Mü'mini muhafaza etti. Fir'avn ve ehlini de çetin azab ile kuşatıverdi. Öyle bir azab ki ondan fir'avnın ehli kuşluk vakti ve öğleden sonra cehennemin ate­şine arzolunurlar = ateş kendilerine gösterilir. Kıya­met koptuğu günde meleklere şöyle emrolunacak: Fir'avn ehlini, azabın en çetin olanına sokunuz.”[[1]] buyrulmaktadır. اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً "Kuşluk vakti ve öğleden sonra cehennemin ateşine arzolunurlar." cümlesinde bildirilen sabah ve akşam yahud gece ve gündüz, kıyametten evvel, dünyadadır. Ay­rıca ondan sonra kıyametin kopacağı zamanda dahi ayrıca çetin azaba maruz kalacaklarını bu ayet-i ke­rîme açıklamaktadır.

            Aynı zamanda Kütüb-ü Sitte'den Buhârî, Müs­lim, Ebû Davud ve Neseî'nin, bir de İmam Ahmed ve İbnu Hibbân'ın ittifakla tahric ettikleri Enes radıyal­lahu anhu'dan gelen hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:اِنَّ العَبْدَ اِذَا وُضِعَ فِى قَبْرِهِ وَ تَوَلَّى عَنْهُ اَصْحَابُهُ وَاِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ اَتَاهُ مَلَكَانِ فَيُقْعِدَانِهِ فَيَقُولاَنِ مَا كُنْتَ تَقُولُ فِى هٰذَا الرَّجُلِ لِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَاَمَّا المُؤْمِنُ فَيَقُولُ اَشْهَدُ اَنَّهُ عَبْدُ اللّٰهِ وَرَسُولُهُ فَيُقَالُ لَهُ اُنْظُرْ اِلَى مَقْعَدِكَ مِنَ النَّارِ قَدْ اَبْدَلَكَ اللّٰهُ بِهِ مَقْعَدًا مِنَ الجَنَّةِ فَيَرَاهُمَا جَمِيعًا وَاَمَّا المُنَافِقُ وَالكَافِرُ فَيُقَالُ لَهُ مَا كُنْتَ تَقُولُ فِى هٰذَا الرَّجُلِ فَيَقُولُ لاَ اَدْرِى كُنْتُ أقُولُ مَا يَقُولُ النَّاسُ فَيُقَالُ لاَ دَرَيْتَ وَلاَ تَلَيْتَ وَيُضْرَبُ بِمَطَارِقَ مِنْ حَدِيدٍ ضَرْبَةً فَيَصِيحُ صَيْحَةً يَسْمَعُهَا مَنْ يَلِيهِ غَيْرَ الثَّقَلَيْنِ “Muhakkak kul kabrine konulup defnedici olan arkadaşları dön­dükleri zaman –gerçekte o, ayakkabılarının takırtıla­rını işittiği haldedir– iki melek ona gelir; onu oturturlar. Ona: “Bu adamın hakkında yani Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem için ne diyordun?” derler.

            Mü'mine gelince: “Ben, Onun Allah'ın kulu ve ra­sûlü olduğuna şahadet ediyordum.” der. Bunun üzerine kendisine: “Ateşteki yerine bak. Allah onu cennetteki yerinle değiştirdi.” denilir. Bunun üzerine ölü, her iki yeri de görür.

            Münafık ve kafire gelince, ona da: “Bu adam hak­kında ne diyor idin sen?” denilir. Ölü: “Bilmiyorum. İnsanların dedikleri şeyi diyor idim ben.” der.

            Ona: “Bilmemişsin, uymamışsın.” denilir. Ve ona ateşten topuzlarla bir vuruşla vurulur. Bu sebeble korkunç bir sûrette bağırır. Şöyleki, insan ve cinden başka arkasından gelen herkes işitir.”

            Başta İmam Mâlik ve Abdurrezzak olmak üzere Kütüb-ü Sitte'den Buhârî, Müslim, Tirmizî, Neseî ve İbnu Mâce'nin, bir de İmam Ahmed ve İbnu Hib­ban'ın senedleriyle ittifakla tahric ettikleri İbnu Ömer radıyallahu anhumâ'dan gelen hadîs-i şerîfte Rasû­lullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş­tur:اِنَّ اَحَدَكُمْ اِذَا مَاتَ عُرِضَ عَلَيْهِ مَقْعَدُهُ بِالغَدَاةِ وَالعَشِىِّ اِنْ كَانَ مِنْ اَهْلِ الجَنَّةِ فَمِنْ اَهْلِ الجَنَّةِ وَاِنْ كَانَ مِنْ اَهْلِ النَّارِ فَمِنْ اَهْلِ النَّارِ فَيُقَالُ هٰذَا مَقْعَدُكَ حَتَّى يَبْعَثَكَ اللّٰهُ اِلَيْهِ يَوْمَ القِيَامَةِ “Gerçekte sizden biriniz öldüğü zaman, gündüzün evvelinde ve gecenin evvelinde kendisine yeri gösterilir. Eğer ölü cennetlilerden ise, cennetlilerin yeri; eğer ateşlilerden ise, ateşlilerin yeri. Ve: “İşte bu gös­terilen yer, senin yerindir; nihayet Allah seni kıyamet gününde o yere gönderecektir.” denilir.”

            Artık bunca sahih hadisleri inkar etmek, bir de “Sofîler bunu çıkarmış” diye iftira etmek, aklı başın­da olan bir kimsenin işi değildir.

            Ölüme herkes inanır, hayvan dahi inanır. Ancak ölüme ve ölümden sonra kabir azabı, haşir, neşir ve kitabımızın verilmesinin, Allah Teâlâ'nın hükm-ü ka­zasıyla olduğuna inanmakla insanlar mükelleftir. İmanın rüknü olan وَاليَوْمِ الاٰخِرِ “Ve ahiret gününe de inandım, tasdik ettim.” yani “Allah'ın hükmüyle oldu­ğuna inandım, tasdik ettim.” demektir. İşte bunu dile getirerek İbrahim Hakkı bize bu itikadı da:

بُو دُنْيَايَه گَلاَنْ گِيدَرْكِه قَالْمَزْ جَانْلِى هِيچْ كِمْسَه

دَخِــــــى يَوْمِ قِـيـَامَـتْــــدَه اِيـدَرْ اَمْـوَاتِـى بَـعْــــث اَللّٰهْ

«Bu dünyaya gelen gider ki kalmaz canlı hiç kimse

Dahi yevmi kıyâmetde eder emvâti ba's Allah

Bu dünyaya gelen bütün canlılar, ölürler; canlı kalmaz, kıyamette dahi Allah Teâlâ ölenleri, beden ve ruhla haşre gönderecektir.» diye öğretti.

            Yine İbrahim Hakkı rahimehullah, «Akîdet-ul-Îman» adlı risâlesinde, aziz evladlara öğretmek için soru cevab olarak şöyle diyor:

            Denilse ki: Yevm-il-âhir'e nasıl inanıyorsun?

            De ki: İnsan öldüğü zaman kendisine Münker ve Nekir olmak üzere iki melek gelirler: “Rabb'in kim?”; “Peygamberin kim?”; “Dînin ne?”; “Kıblen ne?” demekle soru sorarlar. İmanla ruhu bedeninden ay­rılan: “Rabb'im, Esmâi-l-Hüsnâsı'yla, sıfatlarıyla ta­nınan Allah Azze ve Celle'dir.

            Nebîm = peygamberim, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'dir.

            Dînim, İslamdır.

            Kıblem, günde beş kere yönelinmesi gereken Ka'be'dir.” der. Kıyamete kadar kabirleri cennetten bir çimen gibi olur.

            Amma kâfir ve münafık, cevaba güç bulamaz. Bundan böyle onun kabri de kıyamete kadar ateş çukurundan bir çukur olur.

            Sonra Allah Teâlâ, bütün mahluklarını diriltir, onları mahşer meydanına toplatır; mü'minlere amel defterleri sağdan verilir; kafirlere, münafıklara solundan yahud arkalarından verilir.

            Sonra terazi kurulur; siciller tartılır; sevabı ağır gelen cennete girer, ebediyen nimetlenir.

            Günahı ağır gelen, ateşe düşer, muvakkat yanar, son son çıkar. Kafir ise, ebedî kalır.

            Ebedî olmak üzere cehenneme giden, cehennemde ebedî kalır. Cennete giren, orada ebedî kalır. Bugün içinde yaşamış olduğumuz dünya, bütün cüz­leriyle fânîdir, zeval bulur; yapılış, bozuluş diyarıdır. Ahiret günü ise, ebedî hayattır.

وِيـــــرِرْلَـرْ دَفْـتَـرِ اَعْمـَالِـنِـى هَـرْ اٰدَمِــــــكْ اٰنْــدَه

كِمِىنِكْ صَاغْ اَلِينَه كِيمِنَه صُولْدَنْ مَعَاذَ اللّٰهْ

Verirler defter-i a'mâlini her adamın anda

Kiminin sağ eline kimine soldan maâzallah

Her adamın, ameli içinde bulunan defterleri, kimine sağdan, –Allah korusun– kimisine de soldan, kimisine de arka solundan verirler.

كِتَابِـيلَه حِسَابِى وَارْ خُدَانِكْ رُوزِ مَحْشَـرْدَه

صُورَارْلَرْ هَرْكَسِكْ اَفْعَالُ و اَقْوَالِنْ بِاَمْرِ اللّٰهْ

Kitâbıyla hisâbı var Hudâ'nın rûz-i mahşerde

Sorarlar herkesin ef'âl-u akvâlin Biemrillah

Kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın hükmü, hesabı vardır. Allah Teâlâ'nın emriyle Melekler, dünyada herkesin işlediği işini, söylediği sözünü tesbit edip ahirette sorarlar.

            Kıyamet gününde azabın şiddetinden hiç kimsenin diğerine bakma hali kalmayacak demektir. Özellikle günahkârlar günahları nisbetinde terlerler. Her biri dünyada günahına daldığı nisbette o gün yere batacaktır. Nitekim Müslim ve Buhârî'nin de tahric ettikleri Ebû Hureyre'den gelen hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:يَعْرَقُ النَّاسُ يَوْمَ القِيَامَةِ حَتَّى يَذْهَبَ عَرَقُهُمْ فِى الاَرْضِ سَبْعِينَ ذِرَاعًا وَ يُلْجِمُهُمْ حَتَّى يَبْلُغَ اٰذَانَهُمْ “İnsanlar kıyamet gününde terlerler. Hatta terleri yetmiş arşın yere batar; onları gemler; hatta içine alır. O kadar batarlar ki batak kulaklarına ulaşır.”

            Müslim, Tirmizî, İbni Hibban ve İmam Ahmed ve Taberânî'nin, senedleriyle tahric ettikleri, Mikdâd bin Esved radıyallâhu anhu’dan gelen hadîs-i şerîfte de Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:تُدْنَى الشَّمْسُ يَوْمَ القِيَامَةِ مِنَ الخَلْقِ حَتَّى تَكُونَ مِنْهُمْ كَمِقْدَارِ مِيلٍ فَيَكُونُ النَّاسُ عَلَى قَدْرِ اَعْمَالِهمْ فِى العَرَقِ فَمِنْهُمْ مَنْ يَكُونُ اِلَى كَعْبَيْهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَكُونُ اِلَى رُكْبَتَيْهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَكُونُ اِلَى حَقْوَيْهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يُلْجِمُهُ العَرَقُ اِلْجَامًا وَأَشَارَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِيَدِهِ اِلَى فِيهِ “Kıyamet gününde güneş mahluka çok yakın olacaktır. Hatta bir mil mikdarında olacaktır. İnsanlar amelleri nisbetinde terlerinde ola­caktır. Bazıları topuklarına, bazıları dizlerine, bazıları göbeklerine kadar batacaklar.”

            Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem elini ağ­zına koyarak: “Hatta terleri buraya kadar gemleyecektir.” buyurdu.

            Bu hadislerin mecmûundan anlaşılıyor ki, insanlar dünyada kendilerinden ayrılmış olan bütün cüzleriyle, hatta kıllar, hatta sünnette kesilen kılıflarıyla, kendilerine bitişmiş olduğu halde haşrolunacaktır.

            Ancak mü'minler sırat köprüsünden kurtulduktan sonra hayat yahud hayâ yahud kevser havzlarından içip ona girdikten sonra temizlenirler.

            Üzerlerindeki aslî cüzlerden başka eczâi zâide diye adlandırılan cüzler ayrılacaktır. Çünkü kesilmesi vacib olan, sünnette kesilen kılıfın iade edilmesi; kesilen tırnakların, dişlerin, kılların, saçların da iade edilmesini göstermektedir.

            Ulemâmız dediler ki: İnsanlar dünyadaki manevi sûretleri üzere haşrolunurlar. Kim manen hangi kötü hayvanın ahlakıyla yaşamışsa, o sûret üzerine haş­rolunacaktır. Tabiî ki iman kurtarmayan kafirlerin en çirkin sûretlerde haşrolunacaklarında şübhe yoktur. Nitekim Müslim'in de tahric ettiği, Câbir radıyallâhu anhu’nun naklettiği: يُبْعَثُ كُلُّ عَبْدٍ عَلَى مَا مَاتَ عَلَيْهِ “Her bir kul, üzerinde ölmüş olduğu hal üzere kabirden kalkıp haşre gönderilecektir.” mealindeki hadis, bu ulemânın sözünü takviye etmektedir.

            O günde güneş insanlara çok yaklaşmış olduğu halde, salih amel işleyenler ondan müteessir olma­yacaklardır. Tûrebeştî'nin de tasdik ettiği üzere, mü'­minlerin nurları, ateşlerin tesirlerini keser. Birtakım­ları vardır ki, Arş'ın gölgesinde haşrolunurlar. Onlar mahşerin dehşetinden haberdar dahi olmazlar.

            Birçok hadislerde tasrih olduğu üzere, kıyamet gününde en çok hasret çeken, şer'î ilimleri öğrenip amel etmeyenlerdir.

 كَبـَائِرْلَه صَغَائِرْ اَهْلِنَه اُولْ گُونْ شَفَاعَتْلَرْ

اِيـدَرْلَرْ اَنْبِــيـَا وُ اَهْلِ عِـلْمُ و اَوْلِيَـــاءُ اللّٰهْ

Kebâirle sağâir ehline ol gün şefâatler

Ederler enbiyâ-u ehli ilm-u Evliyâullah

Kıyamet gününde, büyük ve küçük günah işleyen­lere, enbiya, ulemâ ve Allah'ın dostları şefaat ederler.

            Şefaatin mertebeleri beştir.

            1-Büyük şefaattir ki, bütün mahlukların hesab verme meydanında hesabın dehşetinden kurtarılıp muhasebeye izin alınmasıdır. Bu şefaat Peygam­berimiz'e mahsustur.

            2-Hesabsız cennete girecekler için şefaat.

            3-Günahkâr olmayıp da dereceleri ziyade etmek için şefaat.

            4-Cehenneme girmeyi hak edenleri kurtarmak için şefaat.

            5-Ateşe girmiş kimseleri ateşten çıkarmak için şefaat. Bu beş kısım şefaatin birinci ve ikincisi, Haz­reti Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'e mahsustur. Diğer üç mertebede sair enbiyâya, ule­mâya, evliyaya, salih ameli işleyen kâmil mü'minlere verilecektir. Nitekim bu dahi Deylemî ve İbnu Mâ­ce'nin tahric ettikleri Osman bin Affân radıyallahu Teâlâ anhu'nun hadîsinde:يَشْفَعُ يَوْمَ القِيَامَةِ ثَلاَثَةٌ اَلاَنْبِيَاءُ ثُمَّ العُلَمَاءُ ثُمَّ الشُّهَدَاءُ “Kıyamet gününde şefaat edenler de üçtür:

            (1)Peygamberler,

            (2)Âlimler,

            (3)Şehidlerdir.”; ve yine Deylemî'nin tahric ettiği Ebû Hureyre radıyallahu Teâlâ anhu'nun hadîsinde: اَلشُّفَعَاءُ خَمْسَةٌ اَلقُرْاٰنُ وَالرَّحِمُ وَالاَمَانَةُ وَنَبِيُّكُمْ وَاَهْلُ بَيْتِهِ “Şefaat ediciler beştir: Kur'ân-ı Kerim, sıla-i rahim, eminlik, sizin Peygamberiniz ve ehli beyti.” diye buyrulmak­tadır.

            Kur'ân'ı imam edinip hükmüne inananlara Hazreti Kur'an şefaat eder, yoksa Kur'ân'ı dünyasına alet etmiş teganni ile okuyanlara ve özellikle Kur'ân-ı Hakîm'in hükmünü bırakanlara değil.

            Hazreti Kur'ân ile amel edenler, malumdur ki kendisi şefaatçidir. Ehli Beytten salih olanlar da sevdikleri dostlarına şefaat edeceklerdir. Çünkü her mü'min namazında Allah'ın Rasûlü'ne salavat oku­duğu vakitte Ehli Beyti unutmamıştır, karşılaşma­larında da hürmet etmiştir. İşte böylelerine de Ehli Beyt şefaatçidir.

            Buhârî ve Müslim'in de tahric ettikleri Enes ra­dıyallâhu Teâlâ anhu’dan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:لِكُلِّ نَبِىٍّ دَعْوَةٌ قَدْ دَعَاهَا لِاُمَّتِهِ وَاِنِّى اخْتَبَاْتُ دَعْوَتِى شَفَاعَةً لِاُمَّتِى يَوْمَ القِيَامَةِ فَهِىَ نَائِلَةٌ اِنْ شَاءَ اللّٰهُ مَنْ مَاتَ مِنْ اُمَّتِى لاَ يُشْرِكُ بِاللّٰهِ شَيْئًا “Her bir nebînin müstecab duası var­dır. Her bir nebî duasında acele etti. Gerçekte Ben duamı ümmetime şefaat etmek için kıyamet gününe azık ettim. Gerçekte o Allah Teâlâ'nın izni keremiyle ümmetimden Allah'a bir şey eş koşmayarak ölen kimseye ulaşacaktır.”

            Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e Havz-ı Kevser ve şefaat verilmiştir. Allah Teâlâ şefaat için kıyamet gününde peygamberlerden başkasına da yetki verecektir. Nitekim Ebû Dâvûd, Tirmizî ve baş­kalarının da tahric ettikleri Ebû Derdâ radıyallahu Teâlâ anhu'dan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:يَشْفَعُ الشَّهِيدُ فِى سَبْعِينَ مِنْ اَهْلِ بَيْتِهِ “Bir şehid, ailesinden yetmiş ki­şiye şefaat edecektir.”

            İmam Ahmed ve Tirmizî'nin tahric ettikleri, Ebû Saîd-il-Hudrî'den gelen hadîs-i şerîfte de şöyle bu­yurmuştur:اِنَّ مِنْ اُمَّتِى مَنْ يَشْفَعُ لِلفِئَامِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَشْفَعُ لِلقَبِيلَةِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَشْفَعُ لِلعُصْبَةِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَشْفَعُ لِلرَّجُلِ حَتَّى يَدْخُلُوا الجَنَّةَ “Ümmetimden bir aşirete şefaat edecek kimse; ümmetimden bir kabileye şefaat edecek kim­se; ümmetimden bir göbekte toplanan yakın akraba­sına şefaat edecek kimse vardır. Onlardan, bir adam için şefaat edecek kimse vardır. Nihayet kendilerine şefaat edilen kimseler bu sayede cennete girerler.”

            Şu halde Ayet-ül-Kürsî'de مَنْ ذَا الَّذِى يَشْفَعُ عِنْدَهُ “...O'nun nezdinde şefaat edecek kimmiş...” mealindeki cümle-i tayyibede şefaatin yokluğuna hiçbir de­lil yoktur.

            Ayet-i kerîmede yasaklanan şefaat, kafirlere olan şefaattir.

            Kırmızı yumurta yapan Havâricîlerin, yapmacık sözleriyle, kafirlerin hakkında şefaatin kabul olun­mayacağına dair nâzil olan ayetleri ele alarak şe­faati inkar etmeleri bâtıldır. Şirk koşmayan büyük günah işleyenler dahil, günahkârlara şefaat vardır, umulur. Ehli Sünnet vel'Cemaat, hatta Şîadan kısm-i a'zamîsi dahi, şefaatin varlığı hakkında ittifak ettiler.

عَمَلْلَرْ وَزنْ اُولُنْدُقْدَه صِرَاطِى گَچْمَمِزْ حَقْـدِرْ

وَكَوْثَـــرْلَه سَــكِـزْ جَـنَّتْ وِيـــرِرْ مُـؤْمِنْــلَرَه اَللّٰهْ

Ameller vezn olundukda Sırâtı geçmemiz hakdır

Ve Kevserle sekiz cennet verir Mü'minlere Allah

Ameller terazide tartıldıktan sonra, Sırat Köprüsünden geçmemiz haktır. Allah Teâlâ mü'minlere Havz-ı Kevser ve sekiz cenneti vermiştir.

            Mîzanda amelin tartılması, ayetle de sabittir. Ni­tekim:وَنَضَعُ المَوَازِينَ القِسْطَ لِيَوْمِ القِيَامَةِ فَلاَ تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir sûrette haksızlık edilmeyecektir. Bir hardal tanesi kadar dahi olsa onu getiririz. Adalet mîzâ­nında tartarız. Hesab görücü olarak biz kâfiyiz.” mealindeki El-Enbiyâ Sûresi'nin 47'nci ayetinde tasrih edilmiştir.

            Bezzâr ve Beyhakî'nin tahric ettikleri Enes ra­dıyallâhu anhu’dan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasû­lullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: مَلَكٌ مُوَكَّلٌ بِالمِيزَانِ فيُؤْتَى بِابْنِ اٰدَمَ فَيُوقَفُ بَيْنَ كِفَّتَىِ المِيزَانِ فَاِنْ ثَقُلَ مِيزَانُهُ نَادَى مَلَكٌ بِصَوْتٍ يُسْمِعُ الخَلاَئِقَ سَعِدَ فُلاَنٌ سَعَادَةً لاَ يَشْقَى بَعْدَهَا اَبَدًا وَاِنْ خَفَّ مِيزَانُهُ نَادَى مَلَكٌ بِصَوْتٍ يُسْمِعُ الخَلاَئِقَ شَقِىَ فُلاَنٌ شَقَاوَةً لاَ يَسْعَدُ بَعْدَهَا اَبَدًا “Mîzana tayin edilmiş bir melek var. Âdem oğlu getirilir. Mî­zanın iki kefesi arasında durdurulur. Ameli tartılır. Eğer mîzanın içindeki hasenesi ağır gelirse, melek bütün mahluka işittirecek bir sesle çağırır: Filan mutlu oldu. Öyle bir saadete kavuştu ki, ondan sonra ebediyen şakî olmaz. Eğer mîzanı hasenesi hafif gelirse, yine melek bütün mahluka işittirecek sesle çağırır: Filan şakî oldu. Öyle bir şekâvete ulaştı ki, ondan sonra ebediyen mutlu olmaz.”

            Müslim ve Buhârî'nin de tahric ettikleri Ebû Hu­reyre radıyallahu anhu'dan gelen hadîs-i şerîfte Ra­sûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:يُضْرَبُ الصِّرَاطُ بَيْنَ ظَهْرَانَىْ جَهَنَّمَ فَاَكُونُ اَوَّلَ مَنْ يَجُوزُ مِنَ الرُّسُلِ بِاُمَّتِهِ وَ لاَ يَتَكَلَّمُ اَحَدٌ يَوْمَئِذٍ اِلاَّ الرُّسُلُ وَكَلاَمُ الرُّسُلِ يَوْمَئِذٍ اَللّٰهُمَّ سَلِّمْ سَلِّمْ
“Cehennemin yan tarafları üzerine sırat köprüsü
kurulacak; Rasullerden Ben, ümmetimle ilk geçenlerden olurum. O gün peygamberlerden başka konu­şan bulunmayacak. O gün peygamberlerin duası da: “Allâhumme! Selamet ver, selamet!”tir.” buyurmuştur.

            Sırat köprüsü cehennemin yan tarafları üzerine konulan; bilenmiş kılıç gibi keskin, yapışkan, kaygan, üzerinde ateşten kelepçeler bulunan köprüdür. Altında sa'dan dikenlerine benzer büyük büyük kelepçeler bulunur. Melekler çengellerle onların ayaklarını çekerler. Kimisini tahriş eder, kimisini düşürürler. Kimisine köprü genişler, üzerinde oturur, korunur. Kimisi de ikiye yarılıp cehennemin dibine yuvarlandıktan sonra kaynaşır. Hatta köprü üzerinden, amelleri sayesinde uçanlar dahi olur. Nihayet

گِرِيجَكْ جَنَّتَه مُؤْمِنْلَرْ اٰنْدَه چُوقْ بُولُوبْ نِعْمَتْ

گُورُرْلَرْ شُـبْهَه سِزْ اٰنْدَه نِتَه لِكْـسِزْ جَمَــــالُ اللّٰهْ

Girecek cennete Mü'minler anda çok bulub ni'met

Görürler şübhesiz anda niteliksiz Cemâlullah

Miskâl-i zerre imanı olan mü'minler, er geç cennete girecekler; onda nice nimetler bulacaklar. Şübhesiz mü'minler Allah Teâlâ'nın Cemâli'ni niteliksiz = kar­şılık olmaksızın göreceklerdir. Ve en büyük nimet budur.

وَ جَنَّتْلَه جَهَنَّمْ شِمْدِى وَارْ اَهْلِيـلَه بَاقِيدِرْ

جَهَـنَّمْ يَدِيدِرْ اَهْــلِنْ يَقَارْ دَائِمْ اُو نَـــارُ اللّٰهْ

Ve cennetle cehennem şimdi var ehliyle bâkîdir

Cehennem yedidir ehlin yakar dâim o Nârullah

Cennet ve cehennem şimdi de vardır; ehliyle ebe­dîdirler. Cehennem yedi kattır. Allah'ın ateşi onda, cehennemlikleri ebediyen yakar.

            Ancak cennet ve cehennemin yerini tayin etmekte ulemâmız tevakkuf ettiler. Yerlerinin fezânın neresinde olduğunu Allah Teâlâ bilir.



[[1]]El-Mü'min Sûresi ayet 45, 46