بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Anasayfa

BEN NEYİM?.. NEREDEN GELDİM?..  NEREYE GİDİYORUM?.. NE YAPMALIYIM?..
Sen topraktan hülasalaştırılmış bir kan pıhtısından bir çömlek, bir de ulvi bir ruhtan ibaret bir insansın...
Bir Fadır-ı Hakîm Celle Celaluhu tarafından yaratılmış bir insansın...
Aslî vatanından ayrılan bir keklik, şu anda çömlek kafesi içerisinde hapsolmuş bir insansın..
Bu kafes içinde kalman muvakkat...
El Bâsıt, El Bâri', El Hâlık sıfatlarıyla seni yaratan ve bu kafese hapseden Allah Teâla vakti gelince seni kafesten çıkarır, Huzuru'na davet eder.
Sen de Huzuru'na gidersin...
Şu dünya hayatında yap dediğini yapsan, yapma dediğini terk etsen maksadına ulaşır, kafesten çıktıktan sonra da geldiğin yaylaya gidersin...
Doğrusu Rabb'imin emriyle ve iradesiyle en güzel bir yayladan sevk edilmiş bir güvercin gibi ruhum bu cismani heykelde ikamet etmektedir. Halen dar-ı dünyada vazifeli bir asker ve memurum. Ahlaken kendimi fenalıklardan temizlemek mükellefiyetindeyim.
Sonra miad tamam olunca ruhumun içinde bulunduğu kafes, darmadağınık olur; asli olan toprağa dönüşecektir. Keklik gibi olan ruhum ise ölmez, ebedi bir varlıktır.
Bedenim çömlek gibi yıkılıp dağıldıktan sonra, zerreler, gezegenler de bedenim gibi yıkılacak sonra var olacak; işte o kıyamet...
Bedenimin yıkılması küçük, maddelerin tümünün yok olması da büyük kıyamet...
Bu oluştan sonra, tekrar Allah Teâlâyeni bir oluşla alemi yaratacak; bu arada dağılmış cesedimin cüzleri de tekrar bina olacaktır. Yine keklik gibi olan ruhum aynı kafesin içine girecektir.
Şimdi imtihan günü ve hesap...
Bu hesapta ruhum saîd ise cennetle dil şâd.. Şakî ise vay halime!..
Ey Uluların Ulu'su, Ey Rahman ve Rahim ismiyle tecelli eden Allah'ım!..
Sen'den San'a sığınırım. Beni de Hazreti Ahmed aleyhissalatu vesselam'ın ümmetinden sevdiklerinin topuğuyla şereflenmiş, dostlarının eteğine yapışmış zümreye ilhak buyur.. Anamı babamı ve tüm dostlarımı da....

İnsanda nefs ve ruh olmak üzere, görünmez ve tutulmaz, bedende tasarruf eden iki ruh bulunmaktadır. Nefs maddeden alâkasını bir an keserse, ruh-i insani ona yönelir, şu dört soruyu sorar:
Sen nereden geliyorsun? Ne için bu dünyada beden kafesine gelip girdin? Nereye gidiyorsun? Nasıl gideceksin? NEREDEN? NİÇİN? NEREYE? NASIL?
Bu soruların cevabından aciz nefs başlangıçta karga gibi münakaşa etmeye başlarsa da, bu soruların cevablandırılmasından kaçar.
Çünkü nefs madde âleminden yaratıldığı için manayı kavramaktan aciz kalır. Şu hayatın debdebesi ona süslü göründüğü gibi, o da madde hayatını ruha süslü püslü göstermek ister. Ruhun bütün dikkatini maddeye celbetmekle onu aslından uzaklaştırır.
"Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara (bineklere, deve, sığır, koyun ve keçi gibi) hayvanlara, ekinlere olan ihtiraskârâne sevgi, insanlar için (nefslerine) bezenip süslenmiştir. Bunlar dünya hayatının birer faydasıdır. Nihayet Allah'a dönüp varılacak yerin (cennet) bütün güzelliği O'nun nezdidedir." (Âl-i İmran) mealindeki ayet-i kerime, nefsin bu fıtrî kabiliyetine işaret etmektedir.
Yani nefs şehvânî kuvvetle ruhu şöhret, servet, ve riyâset gücüyle aldatır. Aldatmak için de ayette zikr edilen şeyleri süslü püslü gösterir. Çünkü Allah Teâlâ da bunları en güzel biçimde yaratıp hazırlamıştır.
Ancak nefs, dünya debdebesinin ebediliğine inanır. Nefs bu istek ve arzularını izhar edince, ruh da nefse yönelir. Ve şöyle der:
"Nereden geliyorsun?" Sonra ona anlatır:
Sen de bu kainatla beraber yokluk âleminden geliyorsun. O halde kim seni yarattı? Kim yarattı ise O seni öldürecek ve sen de ister istemez huzuruna gideceksin. Öyle ise O'na dön. Varacağın yer için hazırlık yap.
Bu gördüğün dünya, madde ve sıfatıyla muvakkattır. Sende muvakkatsın. Öyle ise seni mecbur ve memur kılan Allah'a dön, çalış ve hazır ol...............


Aşka ve İnsana Dair 

1. Ey dil ey dil niye bû rütbede pür-gamsın sen      1.Ey gönül, ey gönül! Neden bu makamda gam dolusun sen

Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen                  Gerçi virane isen de tılsımlı bir definesin sen.

Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen           Meleklere secde etmeleri buyurulan saygıdeğer bir varlıksın sen.

Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen                  Bildiğin gibi değil, sen bütün varlıklardan daha üstünsün.

 Rûhsun nefha-i Cibrîl ile tev’emsin sen                   Ruhsun. Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin sen.

Sırr-ı Hak'sın mesel-i Îsî-i Meryemsin sen.                   Hak gerçeğinin sırrısın sen,  Meryem oğlu İsa misali.

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen                 Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.                   Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen

 

2. Merteben ayn-ı müsemmâdadır esmâ sanma      2.Derecen adlandıran katındadır,  adlarda sanma.

Merciin Hâlik-i eşyâdadır eşyâ sanma                         Yerin eşyanın yaratıcısındadır, eşyada sanma

Gördüğün emr-i muhakkakları rü'yâ sanma             Gördüğün mutlak emirleri rüya sanma

Başkasın kendini sûretle heyûlâ sanma                Başkasını kendinle kıyasladığında heyûlâ sanma (gözünde büyütme)

Keşf ile sâbit olan ma’niyi da’vâ sanma                 Bir kimseden gelen engeli mühim bir mesele sanma

Hakkına söylenen evsâfı müdârâ sanma.               Hakkında söylenen vasıfları sana yaranmak için söylüyorlar sanma.

 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen                Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.                   Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen.

 

3. İnleyip sırrını fâşeyleme ağyâra sakın                              3.Ağlayıp inleyerek sırrını yabancılara açıklama sakın

Düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın                          Cahillik edip inkar çukuruna düşme sakın.

Değmesün âhların kâkül-i dil-dâra sakın                              Ahların sevgilinin kahkülüne değmesin sakın

Sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın                            Sonra Mansur gibi darağacına çıkarsın, sakın

Arz-i acz etmeyesin yâreden ol yâre sakın                           O sevgiliye yaralarından çaresizlik içinde yakınma sakın

Bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın.                                    Bulduğun yüce cevherleri (ruh) koru gözet ey biçare.

 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen                               Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.                                 Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen

4. Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende                     4.Sendedir sevgi sırlarının mahzeni sende

Sendedir ma’den-i envâr-ı fütuvvet sende                              Senedir yiğitlik nurlarının madeni sende

Gizli gizli dahi vardır niçe hâlet sende                                      Gizli gizli daha nice haller vardır sende

Ma’rifet sende hüner sende hakıykat sende                              İrfan sende, ustalık sende, doğruluk sende

Nazar etsen yer ü gök dûzah u cennet sende                                Bir baksan, yer ve gök, cehennem ve cennet sende

Arş u kürsî ü melek sendedir elbet sende.                         Yüce ve ilahi makamlar ve melekler sendedir elbet sende.

 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen                               Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.                                 Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen.

 

5. Hayfdır şâh iken âlemde gedâ olmayasın                   5.Yazık olur, sultanken bu alemde dilenci olmayasın

Keder-âlûde-i ümmîd u recâ olmayasın                       Ümidine keder bulaşmış ve yalvaran olmayasın

Vâdî-i ye’se düşüp hîç ü hebâ olmayasın                 Keder vadisine düşüp değersiz ve faydasız olmayasın

Yanılıp reh-rev-i sahrâ-yı belâ olmayasın                   Yanılıp bela çölünün yollarına düşmeyesin

Âdeme muttasıl ol tâ ki cüdâ olmayasın                          İnsana yakın dur ki fazla uzaklara düşmeyesin

Secdeler eyle ki merdûd-ı Hüdâ olmayasın.                      Secdeler et ki Yaradanın reddettiği olmayasın.

 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen                              Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.                                Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen

6. Berk-i hâtıf gibi bû kayd-i sivâdan güzer et           6.Tanrı Teala'dan gayrı bütün varlıklardan, çakıp sönen, gelip giden şimşek gibi geç git.

Erişen hâr u hasa âteş-i aşkı siper et                      Üstüne takılan, konan çerçöpe karşı aşk ateşini siper et

Dâmenin tutmaya asâr-ı alâyık hazer et           Gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutmasın;

Şemş veş hâhiş-i Munlâ ile azm-i sefer et       Şems gibi, Mevlânâ'yı isteyerek yola koyul, yol almaya bak.

Sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et              Aynanı (gönlünü) arıt; bütün sûretler ona vursun, görünsün.

Hele bir cem’-i havâs eyle de Galib nazar et         Galib, hele bir duygularını derle, topla da bak

 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen              Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.          Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen

 Şeyh Gâlib   ( 1757 - 1799 )

  

Ruh ister mağlup olsun ve ister olmasın, kendini kader-i İlâhiyye'ye bir mahkum emrlerine bir memur, Kudreti'ne karşı bir aciz inanır, korkar, titrer ve feryad eder.
Her fırsat bulduğunda, nereden geliyorsun; akabinde, ne için geldin; akabinde, nereye gidiyorsun, nasıl gideceksin diye sorduktan sonra yine kendisi cevab veriyor;
Sen yokluk âleminden geliyorsun. O bir tek olan Allah seni yaratmıştır. Emriyle buraya geldin. Mahkum ve me'mursun. Şu kafesten irtibatını kesmekle tekrar Huzuru'na gidiyorsun. Öyle ise ibadet et, isyanı bırak. Hakîkî bir kul ol!.. Ve bu anda nefs ona en az bir itaatte bulunursa "Allah Allah"der.

Allah Teâlâ insanı üstün ve ali olarak Ahsen-i Takvim’de yaratmış, muvakkat dünya hayatının imtihanını kazanmasına mükellef kılmıştır.
Ve bu itibarla insanın yaratılışından gaye, Allah  Azze ve Celle’yi Rabb olarak tanımasıdır. Nitekim ;
“Andolsun, şübhesiz Biz insanı en güzel bir surette yarattık = yaptık” Et-Tin suresi ayet : 4
“İnsan ve cinleri ancak Ben’i sıfatlarımla tanıyıp Ban’a ibadet etsinler diye yarattım.” Ez-Zariyat suresi Ayet : 56
İnsanı Ahsen-i Takvim’de = her hususta üstün ve seçkin olduğu halde yarattığı için de, dünyada onu Huzuru’na, ahirette ise onu cennetin nimetlerine ve Cemali’ni görmesine davet etmektedir.
İnsanı O Ali Huzur’dan uzaklaştıran, nefsi ve nefsinin istek ve arzularıdır. Onun için sanki :
Nefsini şeytani, hayvani vasıflardan temizle ve Ban’a doğru gel.” diye Huzuru’na davet etmektedir. İşte bu davete icabet, itaat ve ibadettir.


İnsan, en ali ve en adi iki derece arasında yaratılmaktadır. 
Âli vasıfları, ruh itibarıyla Ahsen-i Takvim sureti ve güzel ahlaktan ibaret olan siretidir.
Adi tarafı ise, nefs itibarıyla hayvani ve şeytani beşeri hisleridir.

Demek insan iki şeyden mürekkebdir :
Birincisi, toprağın mahsulü olan çamurun özü ve bütün özellikleriyle beden ve içindeki ruh-i hayvani = nefsidir.
Bu cihetle insana bakıldığı zaman, insanın hayvandan hiçbir farkı olmaz. Son son insanın hayatı, et, kan ve nefesten ibaret olup av ve avcı olarak görülür. Nitekim :
“Andolsun Biz insanı pişmiş, kuru bir çamurdan suretlenen bir balçıktan yarattık”. El-Hicr suresi Ayet : 26 mealindeki ayeti kerimede “hamain” kelimesinin “kokmuş ve siyahlaşmış çamur” demek manasında olduğunu müfessirler tasrih ettiler. Yani Allah Teâlâ Adem aleyhisselam’ı toprağın özünden, hülasalaştırılmış çamurdan bir suret olarak yarattı.
Tıbkı ehli fennin, hayatın başlangıcının izahında beyan ettikleri R.N.A. = ribinoz, Nükleoik Asit ve D.N.A. = Deoksiriboz Nükloik Asit şeritleri,diğer ifadeyle birçok cüzlerden terkiblenmiş çekirdek, idareci elektronlar ve moleküller gibi toprağın özü olan çamurdan birçok cüzleri birleştirdi, harekete geçirdi.
El-Hayyu ve El-Muhyi isimleriyle Allah Teala harekete geçirdiği o çamurun özüne tecelli ederek hayat verdi. Ve verdiği hareketi kendisine hayat kıldı.
Demek hayat, Allah Teala’nın yaratmış olduğu maddenin milyonu aşkın mürekkeb cüzlerinin birleşmesinden ortaya çıkan harekettir.
Bu cihetle insan, güneşte, yerde ve sair kürelerde olan maddelerle cinsinde; ve bunlardan en ali olan his ve harekete sahip nev’i hayvana müşterek sıfatlarla birleşmektedir.
Sonra Allah Azze ve Celle mezkur cüzleri ve o cüzlere verdiği hareketi, Adem aleyhisselam’ın neslinin hakkında suya kalbetti ve başka kanunlara tabi’ tuttu. Nitekim bu hususta da :

“El-Hayyu el-Muhyi ismiyle tecelli eden Allah Teâlâ, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve başlangıçta insanı = Adem’i çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, nutfeden; hakir bir sudan = spermadan türemesini takdir etti.” Es-Secde suresi ayet : 7,8

Hadisi Şerifte de :“Şübhesiz başlangıçta Allah Teâlâ Adem’i yer küresinin tüm cüzlerinden aldığı bir avuç topraktan yarattı. Binaenaleyh Adem oğulları yer küresinin rengi ve tabiatı üzere geldi = türedi. Onlardan bazıları siyah ve bunların aralarındaki renkler üzere geldi. Yumuşak ve gevşek,sert ve eğri, çirkin ve güzel ve bunların arasında geldiler.” diye buyruldu.

 Binnetice Allah Teâlâ, R.N.A. ve D.N.A. şeritlerinde mevcud hareketi = hayatı ve bu zincir halkalarının taşımış olduğu huyları, karakterleri, en geniş manayla ahlakı ve bunun tohumluktan ağaç haline gelebilecek, beden olabilecek suretini, insanın nutfesine=tohumcuklarına nakletti ve onda gizletti ve haliyle hakkında kanununu da değiştirdi.
İşte bu hikmetee mebnidir ki, normal bir ağaç ve mercan gibi ilk insan Adem’in topraktan çıkışı gibi değil, insan, iki eşin birleşmesi suretinde doğar.


İNSANIN HAKİKATİNİ VE YARATILIŞINI ANLATIR

 ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ 

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماًۗ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقاً اٰخَرَۜ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ

“Andolsun biz insanı = Adem’i, çamurdan süzülmüş bir hülasadan yarattık, sonra onu = Adem’in neslinden olan insanı, sarp ve metin bir kararğahta = rahimde bir nutfe yaptık, sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemiğe tebdil ettik de o kemiklere de et giydirdik, bilahare onu başka bir yaratılışla insan ettik = can verdik.  Suret yapanların en güzeli olan Allah’ın şanı, bak ne güzeldir.” (El-Mu’minun Suresi ayet 12 – 14)

İzah:  Bu ayet-i kerimede beyan olduğu vecih üzere insanın yaratılışında yedi merhale vardır. İnsan kendisini bu yedi merhaleden geçtiğini bilfiil müşahede edinceye kadar kendi varlığından haberi olmaz. Onun için ayet-i kerimeyi güzelce bilmeliyiz.

1- وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ “Andolsun biz insanı, çamurdan bir hülasadan yarattık”. merhalesidir. Bu merhalede Cenab-ı Hakk, babamız Adem Peygamber’i toprağın özünden yaratmış olduğunu beyan buyurmuştur. Yani Adem aleyhisselam toprağın özünden yaratılmıştır. Sonra nesli hakkında da aynen öyledir. Aradaki fark, Adem Peygamber’in bedeni bizzat vasıtasız, neslinin bedeni ise bilvasıta çamurun özünden yaratılmıştır diye ifade olunmaktadır. Yani nesil hakkında Cenab-ı Hakk kanunu değiştirmiştir. Yahud bu ayet-i kerimede “insan” dan maksad Adem ve neslidir. Bu takdirde biz Adem’i vasıtasız olarak, neslini onun vasıtasıyla çamurdan, hülasalaştırılmışından yarattık demektir. Çünkü bizatihi topraktan Adem, nesli ise yine topraktan çıkmış fakat nebat ve hayvandan hülasalanmış meniden yaratmış ki, neslinin yaratılış şekli müşahede olunmaktadır. Her iki takdirde Adem ve nesli topraktandır, demektir.

2- ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ “Sonra onu = Adem’in neslinden olan insanı sarp ve metin bir karargahta = rahimde nutfe yaptık”  merhalesidir. Yani insanın cevherini evvelini bizzat topraktan, sonra nebat ve hayvandan ki asılları toprak olan gıdadan nutfeyi yarattık; topraktaki cevheri meniye kalbetmek suretiyle erkek ve kadınların rahmine girmek ve ulaştırmakla insanı yarattık demektir. Bu hikmete binaendir ki insanda, nebat ve hayvanların nefsleri, istek ve arzuları bulunur ve insanın renkleri, tabiatleri ayrı ayrıdır.

Hayvanların ruh ve nefsleri ikisi de topraktan olduğu için toprağın pek çok hususiyetleri hayvana geçer. Hayvandan da gıda vasıtasıyla insana girer.

Bu hususiyetlerinden dolayı ahlak; fenalık ve iyilik olmak hasebiyle iki kısımdır :

a-Fena ahlakın özellikleri: Fare ve karınca da hırs, serçede şehvet, pars ve aslanda ğazab, kaplanda kibirlilik, köpekte cimrilik, domuzda oburluk, yılanda hased vardır. Bu hayvanlarda olan nefsin arzuları bilvasıta insanda da vardır. Bunlardan başkayı da buna kıyas et.

b-İyi ahlaklardır. Buna misal yine aslanda cesaret, horozda cömertlik, baykuşta kanaat, devede yumsaşlık, kedide tevazu, köpekte vefadarlık, kargada çeviklik, doğankuşu ve kaplumbağada da himmet vardır. Sairleri de buna kıyas et. Bu hasletler aslında toprakta vardır; topraktan hayvan ve nebat vasıtasıyla insana geçer.

Cenab-ı Halık Teala Adem’i yarattığı zaman bunca ahlakları insanın bedeninde gizlemiştir. Sonra topraktan alınan gıdalardabu hususiyetler vardır; meninin içinde gizlenirler. Sonra bilvasıta Adem’in neslinde de vardır ve gizlidir. Bu merhalede insan ve hayvan eşittir. Bu eşitlik pek çok alimleri şaşırtmıştır. Onlar şaşı akıl sahibi oldukları için bu hususları görünce, insanın aslı hayvandır demişler ve sapkınlığa, kendileri gibi avam tabakaları da dalaletin derinlerine yuvarlanmışlardır. Halbuki bu fikir sapıktır, akla yakışmaz bir fikirdir.

3- ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً “Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik” merhalesidir. Yani meniyi kendi halinden kan pıhtısı haline çevirdik ve sertleştirdir. Yani nutfenin kan pıhtısı haline geçmesi ve sertleşmesi de ayrı ayrı merhalelerdir. Nitekim bu yedi merhaleden her bir merhale içinde de merhaleler vardır ki, incelikleri bizi konumuzdan uzaklaştırır.

4- فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً “O kan pıhtısını bir çiğdem et yaptık”  merhalesidir. Yani kan pıhtısını bir çiğdem ete tebdil ederek çevirdik.

5- فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً “O çiğdem etide kemiğe tebdil ettik” merhalesidir. Meni ve kandan sonra et, ondan da kemiğe değiştirilmesi de ayrı ayrı merhalelerdir. Her merhalede Cenab-ı Hakk’ın ayrı ayrı emrleri tahakkuk eder. İnsanda o emrlerden dolayı bir halden diğer bir hale naklolunur. (4/s.171-172)