سَـكِزْدِرْ چُـونْ صِفَــاتِ ذَاتِى عِلْم اِيلَه اِرَادَتْـــدِرْ
حَيَاتُ و قُدْرَتُ و خَلْقْ بَصَرْ سَمْعُ و كَلاَمُ اللّٰهْ
Sekizdir çün sıfât-ı zâtî İlm ile İrâdetdir
Hayât-u Kudret-u Halk Basar Sem'u Kelâmullah
Allah Teâlâ'nın Zâtî olan subûtî sıfatları; İlim, İrade, Hayat, Kudret, Halk, Basar, Semi' ve Kelam olmak üzere sekizdir. Bu sekiz sıfata aynı zamanda «sıfat-ı meânî» de denilir. Bu masdar olan sekiz sıfatların ayrıca müştakları, yani sayılan sıfatlardan ayrılmayan sekiz «sıfat-ı ma'neviyye» daha vardır. İşte onu beyan ederek bize Şeyh İbrahim Hakkı kendisi öğretiyor:
عَلِيمْ اُولْدُرْ كِه عِلْمِنَه اِيرِشْمَزْ كِمْسَه نِكْ عَقْلِى
اِحَاطَه اَيْلَمِشْــدِرْ جُمْــلَه بُو اَشْـيَـــايِى عِلْــمُ اللّٰهْ
Alîm Ol'dur ki İlmine erişmez kimsenin aklı
İhâta eylemişdir cümle bu eşyâyı İlmullah
Alîm O'dur ki İlmine kimsenin aklı erişmez. Allah Teâlâ'nın ilmi her şeyi kuşatmıştır. Alîm, «bilici» demektir, ki sıfatı, ilimdir. Böylece,
مُرِيدْ اُولْدُرْ دِيلَيِجِيدِرْ وَ هَرْ شَىْ اُوزْرَه قَادِرْدِرْ
نَه كِيمْ دِيلَـرْ اُولُورْ پَيْـدَا عَلَى وَفْـقِ مُرَادِ اللّٰهْ
Mürid Ol'dur Dileyicidir ve her şey üzre kâdirdir
Ne kim diler olur peydâ alâ vefkı Murâdillah
Müriddir = Dileyicidir. Ve her şey üzere kâdirdir. Artık Kendisi neyi dilerse, O'nun muradına muvafık olarak peyda = var olmuş olur.
Yani mahluk, bir şey yapmak istediği zaman teferruatını düşünür, parçalarını bulur, yapacağını programlar, karar verir, fiilen çalışır, ondan sonra istediği masnûu, mesela saati, sobayı ortaya çıkarır.
Allah Teâlâ'nın yaratması böyle değil; sadece, var etmek murad ettiği şeye iradesini = dileğini bağlamasıyla şey, mesela atom, zerre, kürre, iradenin, o şeyin yapılışını bağladığı zamanda yahud tayin ettiği zamanda var olur. İmam Eş'arî: “Dileğinden sonra «Kün» = «Var ol» demesiyle olur.” dedi. İş böyle olunca, gerek sanatçıyı ve gerekse sanatçının sanat fiilini, masnûu = yaptığı şeyi, vasıtalı vasıtasız Allah yaratır. İnsanı da, insanın yapageldiği şeyleri de Allah yapar. Bunu dile getirerek ve maddeyi ve insanı fâil bilen feylesofları reddetmek maksadıyla Şeyh İbrahim Hakkı rahimehullah:
جَمِيعِ خَيْرُ و شَرِّى اُولْ دِيلَرْ تَقْدِيرُ و خَلْق اَيْلَرْ
وَلِى خَيْرِى سَـوَرْ اٰنْجَقْ كِـه سَـوْمَزْ شَرْلَــــرِى اَللّٰهْ
«Cemî’i hayr-u şerri Ol diler takdîr-u halk eyler
Velî hayrı sever ancak ki sevmez şerleri Allah» dedi.
Bütün hayrları, şerleri Kendisi diler; tesbit eder; yaratır. Allah Teâlâ, kulunun ancak hayrlı işlerini sever; şer işlerini yine kuluna yaratır, ama sevmez.
Yani dilemek ayrı, sevmek ayrıdır. Allah Teâlâ, kulunun işlediği hayr ve şerri diler. Hayr işlemesinden hoşnut ve razı olur; mükafatlandırır. Şer işlerini de, yine diler ama ondan razı olmaz. Dolayısıyla dilerse afuv eder, dilerse cezalandırır.
Doğrusu, Allah Teâlâ'nın ilmi, iradesi, kudreti, daha yücedir ama, rüzgar ve denizin dalgası olsa, kulun azması ve dileği, karar verdiği, yapmak istediği, yapmaklığı, doğrusu fiili, gemi gibidir.
Rüzgar ve dalgaların isteğine muvafakat göstermekten başka gemi aslâ bir yerden diğer bir yere varamaz. İşte feylesoflar, bazı kelamcılar, rüzgar ve denizin dalgası mesâbesinde olan Allah'ın iradesine irade-i külliyye, kulun istek ve arzusuna da irade-i cüz'iyye ismini verdiler. Elbette kül, cüz'e hâkimdir; cüz, küle hâkim olamaz.
بَصِيرْ اُولْـدُرْ حَقِيقَتْدَه كِه هَپْ اَشْيَايَه نَاظِرْدِرْ
وَلِى گوُزْدَنْ مُنَزَّهْدِرْ بَصَرْدِرْ مِنْ صِفَــــاتِ اللّٰهْ
Basîr Ol'dur hakîkatde ki hep eşyâya nâzırdır
Velî gözden münezzehdir Basardır min Sıfâtillah
Basîr = Görücü O'dur ki gerçekte her şeyi kontrol altına alıp bakar. Lâkin göz gibi alet, edevat'tan münezzehtir. Basar yani görmek, Allah'ın sıfatlarındandır.
سَمِيعْ اُولْدُرْ اِيشِيدِرْ هَرْ اٰوَازِى سِـرّاِيلَه جَهْرِى
مُنَزَّهْـدِرْ قُولاَقْدَنْ اُولْ صِفَتْـدِرْ اَنْدَه سَـمْـعُ اللّٰهْ
Semîi' Ol'dur işidir her âvâzı sır ile cehrî
Münezzehdir kulaktan Ol sıfattır A'nda Sem'ullah
Semîi' = işitici O'dur, ki gizli ve aşikar her avazı işitir. Kulaktan münezzehtir, ancak Semi' = işitmek Allah Teâlâ'nın sıfatıdır.
مُـتَكَـلِّـمْـــدِرْ اُولْ اَمَّــــا بَرِيـــدِرْ دِلْـــدَنْ اٰغِـــــزْدَنْ
حُرُوفُ و لَفْظُ صَوْتِيلَه دَكِلْ وَصْفِ كَلاَمُ اللّٰهْ
Mütekellimdir Ol ammâ berîdir dilden ağızdan
Hurûf-u lafzu savt ile değil vasf-ı Kelâmullah
Allah Teâlâ, Mütekellim = Konuşucu'dur. Amma dil ve ağızdan beridir. Kelâmullah = Allah'ın konuşma sıfatı, ses, harf ve lafızla değildir.
Allah Teâlâ'ya, görmek, işitmek sıfatlarının isnadı sahihtir. Ancak Allah Teâlâ'nın Zât'ı, mahlûkunun zâtına benzemediği gibi, görmesi ve işitmesi gibi sıfatları da benzemez.
Allah Teâlâ'nın Zâti ve Subûti Sıfatları Sermedidir
ثُبُوتِيَّه صِفَاتِـى كِيمْ نَه عَيْنِيدِرْ نَه غَيْرِيدِرْ
قَدِيمُ دَائِمُ و ذَاتِيـلَه قَائِمْـدِرْ صِفَـــــاتُ اللّٰهْ
Subûtiyye sıfâtı kim ne aynıdır ne ğayridir
Kadîmu dâim-u Zâtı’yla kâimdir Sıfâtullah
Allah Teâlâ'nın subûtiye sıfatları, ne Kendisi ne de başkasıdır; ezelîdir, dâimîdir, Zâtı'yla kâimdir.
Maddeciler, kuşla uçuşu, yani maddeyle hareketi birbirinden fark etmeyerek, dediler ki: Hareket kendisi maddedir; veya aksi... Mu'tezile meşrebinde olanlar, felsefecilerin bu çılgınına girerek, Allah Teâlâ'nın sıfatlarının, "Kendisi" olduğunu söylediler. Şeyh İbrahim Hakkı Hazretleri rahimehullah, işte bu görüşü reddediyor. Çünkü bu görüş, muattıle mezhebindekilerin görüşüdür.
Ehli Sünnet vel'Cemaat dediler ki: Allah Teâlâ'nın sıfatları, ğayri değildir, yani Zâtı'ndan ayrılmaz; terzilik sanatı terziden ayrılmadığı gibi... Aynı değildir, yani Zât'ın Kendisi değil, Zâtı'ndan başkasıdır. Nitekim uçuş, kuştan başkasıdır. Kuş ve uçuş misaldir; Allah Teâlâ benzersizdir, daha âlîdir.
«Âmentü Billâhi» dediğimizde yahud «Lâ ilâhe illallah» dediğimizde en az, icmâlî yani izahsız olarak Allah Teâlâ'nın hakkında müsbet yani evvelden zikretmiş olduğumuz on dört sıfatı bilmek vâcibdir.
Buraya kadar anlattığımız ilim, yani bilgi, köle olsun, hür olsun, kadın olsun, erkek olsun, «Lâ ilâhe illallah» diyen her âkil ve bâliğ kimseye farz-ı ayndır.
Hicrî 743'te vefat eden, allâme, imam, müfessir ve hadislerin şerhinin keşşâfı, şeref-ud-dîn Hüseyn bin Muhammed bin Abdullah et-Tîbî eş-Şâfiî rahimehullah diyor ki: «Kâdı Beydâvî rahimehullâhu Teâlâ dedi ki: “Farz ilimden murad, Allah Teâlâ'nın Vahdâniyeti'ne = Birliği'ne, Sâni'in ma'rifetine bağlı, öğrenilmesinden kulllara ondan başka çıkar yol olmayan ilimlerdir.
Aynı zamanda Rasûlü'nün nübüvvetine bağlı, namazın şekillerini bildiren ilimdir. Çünkü bütün bunların öğrenilmesi, her müslüman üzere farz-u ayndır.” İbnu Mâce, Taberânî, Deylemî, Ebû Ya'lâ, Beyhakî ve Bezzâr'ın tahric ettikleri, Enes radıyallahu anhu'dan nakledilen طَلَبُ العِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ “İlmin taleb edilmesi, her müslüman üzerine farzdır.” mealindeki hadîs-i şerîfin manası da budur; bütün şârihlerin sözü, Kâdı Beydâvî rahimehullah'ın izahına bağlı kalmaktadır. طَلَبُ العِلْمِ “İlmin taleb edilmesi”nden murad da, farz ve vacib sayılabilecek umum farzların husûlünden, tâlib olan şahsın mertebesine muvafık, haline lâyık olarak dînini öğrenmesinin farz, vacib olduğuna i'lamdır.
İş böyle olunca, her âlime = öğreticiye, bildiği ilmini, o ilme tâlib olana tahsis etmesi, namaz gibi farz-ı ayndır. Nitekim Hicrî 563'te vefat eden Şeyhimiz Şeyh-ul-İslam Ebû Hafs Ömer bin Muhammed bin Abdullah es-Sehreverdî kuddise sırruh dedi ki: Farz olan ilmin ne olduğu hakkında ihtilaf edilmiş ve şöyle denilmiştir: “O ilim, ilm-i ihlas, nefsin âfetlerinin bilinmesi ve amelleri bozan şeylerin bilinmesidir. Çünkü ihlas, kendisiyle emredilendir. Nefsin aldatması, ğururu ve şehvetleri, emredilen ihlasın temelini harab eder. Bu sebeble bu ilmi bilmek farzdır.”
“Hataraları ve bunların ayrıntılarını bilmek farzdır. Zira hataralar, fiillerin menşeidir. Bu sayede meleğin lemmesiyle şeytanın lemmesi arasındaki fark da bilinmiş olur.” da denildi.
“O ilim, helalin bilinmesini taleb etmektir. Zira helal yemek farzdır.” da denildi.
“O ilim, alış verişi, nikahı, talâkı bilmektir. İnsan, bunlardan bir şeye başlamayı istediği zaman, o şeyi bilmeyi taleb etmek kendisine farz olur.” da denildi.
“O ilim, İslamın üzerine bina edildiği beş farzı bilmektir.” de denildi.
“O ilim, nazar, istidlâl yahud nakil yoluyla ilm-i Tevhîdi taleb etmektir.” de denildi.
“O ilim, ilm-i bâtını taleb etmektir. İlm-i bâtın, kendisiyle ilmin ziyadeleştiği yekîndir = tüm şübhelerden ârî kesin hükümle “Haktır.” demek kanaatine varmaktır. Ve o ilim, öyle bir ilimdir ki, salihlerin, Allah'a yakın olan zâhidlerin sohbetiyle kazanılır. Onlar, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem'in ilminin mirasçılarıdır.” da denildi.»
Bunların hepsi doğrudur. Kişi hangi işe başlarsa, o işle ilgili şer'î hükümlerin bilinmesi farz olur. Mesela alış verişe başlamadan önce, alış veriş hakkında bilgi farz olmaz; bilfiil başlamak istediği anda farz olur. Böylece namaz, oruç, zekat. Mesela “Hac farzdır” diye bilmek, inanmak, iman etmekle birlikte farz olur. Hacca teşebbüs ettiği andan itibaren haccetmekle alâkalı bilgilerin öğrenilmesi farz olur. Evlilik de böyle.